Sen, bu yazıya konu olan ve bu yazıyı okuyan kadın! Bu yazıyı okurken, aydın(!)ların deyişiyle, “dehşete” düşebilirsin. Ama bu, ne kadar aciz ve ve idrak yoksunu olduğundan daha “dehşetli” olamaz. Sabırsızlanma, sana ne olduğunu çok net göstereceğim; gerisi sana kalmış. Sana farklı bir kimlik çizmiyorum sadece silüetine ayna tutuyorum. Şüphesiz bu aynayı kırmak isteyeceksin. Gördüğün “görüntü” seni rahatsız edecek. Reddeceksin. Ego’n teyakkuza geçecek ve öyle aciz hissedeceksin ki, dünyanın en rijit taşını “aynana” atmak isteyeceksin. Aynayı kırabilirsin ya da ondan sırt çevirip, tüm kayıtsızlığın ve bilinçsizliğinle, ona bakmamayı seçebilirsin. Fakat göğüslerinin bir diğer kadınınki kadar diri olup olmadığı; ,dudaklarının,kalçalarının dolgun ve davetkar olup olmadığını, sokaktaki –ki onlardan bu yazıyı okuyacaklar arasında da mevcut-
abazaların seni yorumlamasından mı anlayacaksın? Ya peki, ikiyüzlülüğünü, sinsiliğini ve çirkinliğini gizleyecek olan malum makyajını nasıl yapacaksın? Makyaj ve erkeğin ilgisi olmadan,sen, yaşayamazsın ki! Yaşasan bile, bu, nebati bir yaşam olmaz mı? Keza yaptığın sadece “fotosentez” değil mi? İşte güzelim,sen “bu”sun; salt bu yazıdan ibaret, fazlası değil…
TÜRK KADINI
Başlamadan önce şu ayrımı yapmalıyım: yazıya konu olacak kadını dönemsel olarak ayırmam gerekiyor. 1970’den günümüze kadar olan ( özellikle 80 sonrası jenerasyon) kadını irdeliyorum. Ve tabii ki de Özgürlük Savaşı’nda sırtında mermi taşıyan, kendi ekmeğini askerine veren, şalvarından askerin yarasına yama yapan kadına değil sözüm. Engelli oğluna ya da eşine hiç hayıflanmadan sevgiyle bakan, 40 derece altında tarlalarda sabahtan akşama kadar çalışan, çıkarsız ve koşulsuz seven, evladını yaşlılık poliçesi gibi görmeyen gerçek anne kadına; bana her şeyden şüphelenmemi ve sorgulamamı öğreten öğretmen kadına, kendisini tanıyan ve ne olduğunu gerçekten bilen kadına, spritüel ve bilinç düzeyinde bir adımı olan kadına DEĞİLDİR SÖZÜM. Sen, ister profesör ol, ister holding başkanı, ister rock’çı ve istersen de orospu! SÖZÜM SANADIR.
Türk Kadını … Sevmiyorum seni, sevemiyorum... Attila İlhan bile seni sevememişken, ben nasıl sevebilirim? Üstad neden “olmayan kadınları” sevmek zorunda kaldı?
Açıklayayım…
Çünkü sen bencilsin (egosal bilinç düzeyinde olan her insan bencildir). Sen sevgiyi, sadece senin sınırların dahilinde sirküle etmek olduğunu sanıyorsun. Dün gece, benim için ölebilecekken; bugün, nasıl olur da benden nefret edebiliyorsun? Nasıl bu kadar amcıkağızlı ve akılsız olabiliyorsun? Tutunduğun tek dal sevgi(!). Sözde, sevgiyi arıyorsun; gerçek aşkı. Oysa ki, sen, daha sevginin ne anlama geldiğinden bihabersin. Bilmediğin bir şeyi nasıl arayabilirsin? Bulduğunu sandığında bulduğun, elinde tuttuğun ne? Zaten başlı başına bir illüzyon olan dünyada, sen de kendine yeni bir illüzyon yaratıyorsun(haşa!). Yakışıklı olduğum sürece; çağrılarına cevap verdiğim, özel(!) günlerini unutmadığım, seni dünyanın merkezine koyduğum, hoş bir hatunla sevişmediğim, kilolu ve koca götlü olduğunu söylemediğim, dizi seyretmekten ve senin de izdüşümü olduğun boş insanları örnek almaktan başka bir şey yapmadığını söylemediğim, kokuşmuş sistemden aldığın belgeler, diplomalar, akademik ve sosyal ünvanlarının, seni akıl, idrak ve bilinç sahibi yapmadığını söylemediğim sürece sen beni elbette seversin. Senin sevgi anlayışın bu. Benim için ölmek en kolay yol güzelim. Aslolan bizim için yaşamak, tabi büzüğün varsa! İtirazlarının çığlığı o kadar tiksinç ve tırmalayıcı ki, kulaklarım şimdiye dek böyle bir sesle deneyimlenmedi.
İktisat bilimindeki “arz-talep” ilişkisini sanırım bilirsin. Arz, talebi aştığında fiyatlar düşer. Aksi durumda ise fiyatlar yükselir. Seni bu biçime biz soktuk.Fizik kanununa göre “içi boş cisimler, en çok ses çıkarır”. İşte biz seni hep içi boş bıraktık ya da içini sadece meniyle doldurduk. Sen sadece ses çıkartıyorsun.
Arzımızı arttırarak senin fiyatını yükselttik. Senin karşında hiç kendimiz olamıyoruz. Seni düzebilmek için, bırak düzebilmeyi, seninle sadece sohbet edebilmek için bile mütemadiyen yalan söylemek zorunda kalıyoruz. Çünkü sen gerçeklere tahammül edemiyorsun. Duymak istediklerini dile getiren çük kafalara aşıksındır sen. Hep "pembe pancur" hayalini ve ego’nu besliyecek besini istiyorsun. Ama güzelim sen bana “ aşkııımmmm, kilo almış mıyım?” diye sorduğunda: “Ne alakası var bitanem,süpersin” diye cevap vermek istemiyorum. Gerçeği söylemek, kıçının ne kadar büyüdüğünü, doggy style'den tiksinir hale geldiğimi söylemek istiyorum.
Evet arzımızı arttırdık, en çirkininize (dünyada güzellikte, akılda ve sekste en sondasın, bunda zerre kadar şüphem yok) bile en az 100 adet romantik ve duyarlık abidesi doğan görünümlü şahin, aslında sadece salyalar akıtarak, fotosentez gerçekleştiren “yurdum abazası” düşüyorsa, senin kendini Ürdün prensesi sanmaman “paralojik” olurdu.
Tasavvur et, edebiliyorsan; sana, bir tane bile erkek hiç gülümsemese, dokunmasa, amiyane tabirle “pas” vermese, sen, onun mavi gözlü, uzun boylu, büyük çüklü, zengin ve çok yakışıklı olmasıyla ilgilenir miydin? Hala evet diyorsan Shaq siksin seni! Sen, o durumda, o erkeğin sana bir dokunuşu, gülümseyişi için dahi kukunu, kıçını, canını vermeye amade olurdun. O dokunuş ve gülümseyiş senin için ilahi bir konçerto olurdu.(nur içinde yatsın bethoven)
Ben senin bildiğin kadınlardan değilim denilen bir ortamda, sen, tam da benim bildiğim kadınsın. Herkesin “farklıyım” diye fark yaratmaya çalıştığı bir ortamda, herkes yeknesak. Herkes senin gibi. Yalnız değilsin. Tek fark; acizlik dışavurumunun tecelli etmesinde. Sen, farkını saçını kızıla boyatıp, diline ve klitorisine piercing taktırarak, beline de gitarı asarak göstermeye çalışırken, bir diğeriniz ise “zor kadını” oynayabilir. Fakat bu çok komik; bir farenin uçabilmesi gibi bir şey.
Sen tüm ilgiyi, övgüyü, bakışları, sevgiyi(!) üzerinde istiyorsun. Evrenin merkezi olmak istiyorsun. Ne kadar zavallıca! Sen, o kadar ikiyüzlüsün ki, sen bile zaman zaman hangisinin gerçek yüzün olduğunu anlayamıyorsun. Sen benim kucağımdayken, nişanlınla romantik konuşmalar yapabiliyorsun. Sen, içine girilen üç delikten asıl önemlisini(!) muhafaza ettiğin için övünebiliyor, gizli bir hoşnutluk duyabiliyor ve kendini temiz(!) sayabiliyorsun. Şimdi sen karşımda çırpınıyorsun büyük bir hiddet içinde, zavallı sen, zavallı ego’nun esiri olan sen: “hayır, ben öyle değilim. Bu bir hakaret” diye kinleniyor ve taş atıyorsun aynaya. Unutma ben sadece senin aynanım.(Tüm erkekler çükü kesilesi, hayvan yaratıklar zaten.) Gündüz gitar çalıp, akşam da pekala “saksafon” çaldığını biliyorum.
Dünyadaki tüm güzel ve seksi kadınları düzmek istiyorum, tüm şaraplardan tatmak, tüm meyvelerden yemek istiyorum. Ben, bunu kendime de sana da itiraf edebiliyorum. Kendimin ne olduğunu biliyorum.
Üniversite mezunu bir kız arkadaşım, seviştiğim, tüm sevgililerimi, benimle seks yaptıkları için bir orospuyla eşdeğer görüyor. Neden? Çünkü kendisini öyle temiz(!) görüyor ki, mastürbasyonla bile kirletiyor güzel ruhunu ve kukusunu. Bir diğeri, sevgilimize jartiyer almamızı anlamakta güçlük çekiyor. Yakışıksız ve normal olmadığını söylüyor. Oysa kendisi beyaz pantolon altına siyah g-string giyiyor şekilsiz götüyle...
Beni düzeceksin ama düzdüğünü bana ifade etmeyeceksin. Zımni antlaşma bu !
Senin de izdüşümü olduğun bir ünlü model(!) bir gazeteye röportaj veriyor. Modellerin ve sarışınların “boş” olmadıklarını tanıtlamak gibi bir içgüdüleri var, biliyorsun. Bu kadın da boş olmadığını göstermek için asla anlayamayacağı, Freud ve Nietzche’yi kullanarak kanıtlamaya çalışıyor. Roportajcı (C Takımı şaklabanı) da bu isimleri duyunca çok şaşırıp, bu kadının boş olmadığını bize, biz gerizekalılara anlatmaya çalışıyor.
- Abi Freud’u okudum. Adam sapık abi…her şeyi o'na indirgemiş. Burada söyleyemeyeceğim, çok utanıyorum.
- Söyle kızım , nedir?
- Şey abi… hani o şey…şey abi. (sanki hiç görmemiş edası, oysaki saksafonda doktorası var!)
…
- Peki Nietzche’ye ne diyorsun?
- Abi o da anlaşılmaz ve işe yaramaz bir adam. Çok sapkın düşünceleri var, delinin biri...
Okuyorsun ya, senin de izdüşümüm olduğun temsilcin ne kadar entellektüel(!) ve akıllı(!). Ben bu kadının ve senin Nietzche’yi anlamasını beklemek gibi bir saflık içerisinde zaten değilim de... Bir fareye uçmanın ne demek olduğunu anlatmak gibi bir şey, Nietzche’yi sana anlatmak. ("niçeyi anlamak zorundamıyız a.k diyorsun, bencede koymalısın)
Devam ediyoruz…
- Abi sağolsun…. Beni temiz teslim etti. (kendisinin bir koli ve seks objesi olduğunu kabul ederek) - Anlamadım kızım, hangi kargo?
- Şey abi..yani, bakireyim.
- Haaa...olsun, var bunu da bi çaresi, hallederiz...biz ne güne duruyoruz (son repliği ben bizatihi götümden uydurdum; bu hikayede adın geçen şahıslar ve olaylar...)
Bakire olduğu için kendini temiz addediyor modelimiz, ne şirin! İçindeki ve beynindeki kokuşmuşluk, cahillik ve bilinçsizlik çöplüğündeki tüm mikroplara rağmen,hala, nasıl “temiz” olabiliyorsun? Peki, senin mantığınla gidelim. Herhalde sadece sarılıp uyuduğun adam kendi kendine mastürbasyon yapmamıştır o süreçte. Keza onu yapacak olsa, seninle ne işi olur! Diğer iki içine girilen deliğe girilmişken, hala, ön kapın kapalı diye, kalenin zaptedilemeyeceğini nasıl düşünürsün?
Bilimsel jargonda “vajina” , senin ve benim aramızda ise “amcık” dediğimiz şeyin zırhla çevrili olması senin “temizliğini” göstermez. Şair demiş ki : “Bendeki bu aşk olmasa, güzelliğin beş para etmezdi”. Ben de onu şöyle diyorum : Sen de bu amcık olmasa, yüzüne bakan olmazdı.
So I open my door to my enemies
And I ask could we wipe slate clean
But they tell me to please go fuck myself
You know you just can’t win
Pink Floyd
Evet türk kadını sen “bu” sun. Kafamın ve dilimin yetersizliğinden kağıda dökemediğim birçok düşüncem daha var. Ama bu düşüncelerimi bilenler az-buz değil.
Sen şimdi tüm acizliğinle bir de bana itiraz edersin. Bunların bir “gerçeklik” olmadığını, sadece benim “görüşlerim,yorumlarım” olduğunu söyleyeceksin. Ya da en iyimser söyleminle, bunları genelleyemeyeceğimi söyleyeceksin. Peki,tama genellemiyorum; fakat “ezici çoğunluk” diyorum. Ve ego’na, bu çoğunluğun dışında olduğunu inandırmaya çalışmadan önce, dön de kendine bir bak. Nesin sen? Bu “aynanın” gösterdikleri gerçekten doğru mu, diye sor kendine. Ve en azından kendinle baş başayken cesur ol ve gerçeği kabullen. Sen “içgüdüsel” bir varlıksın. Sen egosal bilinç düzeyinde yaşayan bir hayvansın. Tabi ki de bu satırların yazarı sana “egosal bilinç düzeyinde” aynalık yapıyor. Ben, senin salt egodan ibaret olmadığını fark etmeni, sen’in ego olmadığını görmeni istiyorum. Sen ego’nun esirisin. Sen “kimlik” ve “dışsal uyuşturucular” olmadan mutlu olamazsın.. Ve sen mutlu olamadığın sürece ben, seni sevemem türk kadını. Benim varoluş amacım senin götünü memnun etmek olmasa gerek. Sen, aynadaki görüntünü kabul etmedikçe acılar çekmeye, sıkıntılar içinde olmaya devam edeceksin. Hep bir tatminsizlik içinde olacaksın. Sevgilin doğum gününün unuttuğunda acı çekeceksin. Arzulu olduğun bir gecede, kocan seni düzmek istemeyince kendini hilkat garibesi gibi hissedeceksin. Birileri seni sevdiğini söylemediği sürece “ben sevilecek biri değilim, kimse beni sevmiyor” diye acılar ve karanlıklar içinde olacaksın. Oysa ki mutluluğun, sevginin ve değerin “içten” geldiğini, her şeyin özünün “bir” olduğunu bilen kadınlar var. Onların, senin gibi sinsiliklere ve ikiyüzlülüğe, makyaja, övgüye, çiçeğe, dünyanın merkezi olamaya ihtiyaçları yoktur. Onlar “şimdi” de tüm farkındalıklarıyla olup bitenin ayırdındalar. Ego ve hislerini dışardan görebiliyorlar. Onlar her şeyi “olduğu” gibi kabul edebiliyorlar. Düzüşmek arzularının farkındalar, rüzgarın yüzlerini okşamasının farkındalar. Onlar “şimdi” den başka bir zamanın olmadığının da farkındalar.
Sen zavallı aciz türk kadını! Sen masum değilsin. Her sözünün ve davranışının arkasında gizli bir sinsilik yatıyor. Kıçını sergileyen kotun, göğüslerinin kıvrımlarını teşhir eden badin olmadan sen, bir hiçsin. Keşke şeffaf olabilsen, keşke kendin olabilsen. “kendimi rahat hissetmek için makyaj yapıyor ve mini giyiyorum” demesen. Çünkü bu deyişinin arkasındaki asıl gerçeği görebilen insanlar var. Yesinler rahatlığını. Sakın onun ardındaki mesaj “ dünyanın en seksi kadını benim, hey erkekler ve çirki hemcinslerim, görün bu sütun bacakları da salyalar akıtın” olmasın?
Senin bu sahtekarlığına dayanamıyorum! Senin aklın sevgi(!)de, benim ise hep “sekste”, değil mi? Güleyim, hatta sen de gül, git kendine içki koy ya da ağla. Dünyayı oluşturan erkeklerdir ve her şey seni düzebilmek için oluşturuldu. Ekonomi, sanat, aşk, evlilik hep seni düzebilmek için var. Sen düzülmeyi her şartta isterken, sadece evlilik(!) çerçevesinde bunu ifa ediyorsun zayıflığından. Kutlarım seni, kukunu, bir silah olarak, iyi kullanıyorsun. Oysa sen içine girilen, ben de içine girenim. Hepsi bu !
Seni Attila İlhan bile sevmemişken, ben nasıl severim ey türk kadını!
There is no hope for you. You are in darkness.
P.S: Bu yazı 2004 veya 2005'de kaleme aldığım bir yazıydı.