Sanırım nereye varacağımı tahmin ettiniz. Az önce "Nefes" filmini izledim. Tam da açılım sürecinin düğmesine basıldığı sırada bu tarz vatan, millet, sakarya kokan bir filmin vizyona giriyor olmasını tüm önyargılarım ve sontahlillerimle; iyimser yönümle skoru 1:1 e getirme, pesimist tarafımla ise kabaran duygudaşlık ortamında yakalanacak ticari bir başarı olarak görmüştüm. Askerlik yapanlar, özellikle de doğu'da askerlik yapanlar filmin duygusunu daha iyi almışlardır. Kadınlara film içinde azıcık aşk kırıntısı verseniz kafi zaten, o duygusal eşiği atlatmak adına. Güzel bir film, özellikle çekimler oldukça iyiydi. Bu filmde bir sahne var sansüre girmesi kesin olan. Vurulan terörist kadını, doktor asker müdahele ederken, komutan sorgular:
"Sen kimin için önemlisin? Ölmen kimin umurunda olur? Doktoru(terörist grubun doktor lakaplı liderinden bahsediyor) tanıyorsun di mi? Doktor seni umursar mı?(bir yandan boğazını sıkar, sinirlidir) Sikiyordu di mi seni? Sikiyordu!?" Buyur burdan yak. Ben bu eylemi defalarca yapmışken bir kere bile bunu partnerime ifade etmemişken adamlar sanatın 7. dalında bunu çoluk, çocuk, pornocu, hümanist, ahlakçı, asker, bakan, öğretmen, bankacı, öğrenci, papaz gibi herkesin seyrettiği bir sinema filminde kullanmışlar. Eee? Benim blogum "Nefes" filmi kadar sanatsal olmadığı için mi yazarı "eksen kayması" ile suçlanacak? Ya Sevan Nişanyan düşündüklerini dile getirirken inanan insanların duygularını hesaba katmadığı için sansür yemesine ne demeli hem de antimilitarist, gerçeğin ve özgür düşüncenin tarafında olduğunu iddia eden kendi gazetesi tarafından. Ya hergün aldığı onlarca ölüm tehditlerine ne demeli? Ne Taraf gazetesi takipçisiyim ne de Sevan Nişanyan. Her ikisini de birkaç kez okudum sadece. Sevan Nişanyan ile aynı düşüncede olsam da onu savunacak değilim ki benim savunmamdan çok polisin korumasına ihtiyacı var bu günlerde. Bazen bu toplumun bir linç toplumu olduğunu unutmamamızda sağlığımız açısından fayda var. Bu yazıyı yazmama neden olan malum sansüre konu olan yazıyı aynen yayınlıyorum.
"(Taraf, 21 Eylül 2009)
Censeo (değer biçmek, takdir etmek) fiilinden censor (/kensor/) eski Roma’da hem nüfus idaresi hem ahlak zabıtası görevi yapan bir yüksek görevlinin adı. Yaptığı işin adı censura (/kensura/).
Latincenin Kuzey Frengistan vilayetinde konuşulan taşra lehçesinde bu kelimenin telaffuzu ikibin yılda tanınmayacak derecede değişmiş. İnce sesliye bitişen /k/ sesi önce /ts/ sonra /s/ diye söylenir olmuş. Geniz /n/sine bitişen /e/ sesi ağzın gerilerine doğru kaçıp /a/ olmuş. /U/ sesi incelip /ü/ halini almış. Kelime sonundaki –a dişil eki de önce /e/ olmuş, sonra eriyip gitmiş. Modern Fransızca sözcük halâ aslına yakın bir şekilde censure yazıldığı halde /sansür/ diye okunuyor.
Türkçeye gazetenin icadından hemen sonra sansür de gelmiştir. Kelimenin 1900 civarından daha eski örneğini bulamadım henüz, ama tahmin ederim 1865’lerde Tasvir-i Efkâr’ın hükümetle başı derde girdiğinde Babıali’de birileri “fekat bu censure’dür azizim” diye mırıldanmıştır.
*
Şimdi diyorlar ki memlekete özgürlük geldi. Doksan seneden beri tabu olan şeylerden bile artık serbestçe bahsedebilirsin.
Ama bir de ne görelim? Bu sefer başka şeyler sansüre tabi olmuş. Orduya, devlete, Yüce Manitu’ya istediğini söyle serbest, ama iş İlkçağ Arap mitolojisini sorgulamaya geldi mi orada dur diyorlar.
Neymiş? Allah diye biri varmış, canı sıkıldıkça kitap yazarmış ama artık yazmamaya karar vermiş, pırpır kanatlı ulaklarla birtakım hazretlere mesaj iletirmiş, o hazretlere dil uzatan maazallah çarpılırmış. Bu hikâyelere istemesen inanma diyorlar, tamam, ama inanmadığını açık açık söylemen caiz değildir. Nedenmiş? Müslümanlar alınırmış!
Doğanın boşluk kabul etmemesi gibi, bu toprakların havası mıdır, suyu mudur, özgürlük kabul etmiyor herhalde."
2 comments:
buradan da anlıyoruz ki taraf, doğruya, adalete, özgürlüğe değil çoğunluğa, güçlüye taraf.
ben bu yazıyı not defterime yazmıştım çok hoşuma gittiğinden.. demek kovulmuş işten !
benim not defterimi görseler ne yapacaklar peki bu TARAFtarlar ?!?!?!?
Post a Comment