Saturday, 13 October 2007
Bay/ram
Ziyaretim annemleri çok mutlu etti, ben de bu iki ihtiyarı görmekten çok mutlu oldum; hatta onların bu gözbebekleriyle gülümseyen hallerini görünce gözlerimin dolduğunu bile söyleyebilirim. Yıllar ne de çabuk ilerliyor böyle, zaman tünelinde seyrederken kaçırdıklarımı görememenin aczini yaşadım bu anlarda. Tanrım, neydi bu koşuşturmaca, neyin telaşındaydım bu yerkürede? Kıçı kırık amaçlar, mecburiyetler ve insanlar peşinde giderken, yanıbaşımda benim mutluluğumla mutlu olan, üzüntümle kederlenen bu insanları yok saymışım yıllarca, farketmemeşim bile onları. Hangi sevgilim, gece yarısı eve döndüğümde sıcak yatağından kalkıp bana kahve hazırlamıştır? Kim üzerimi örtmüştür ki soğuk akşamlarda? Tüm adiliklerime rağmen yanıbaşımda kimler kalmıştır? Öptüğüm ellerin sahipleri alelalede insanlar değildi bu bayram; biyolojik yaşı benden önde olanların değil, eli öpülesi insanların ellerini öptüm...
"Yorgunuğumun yaşamak gibi bir anlamı var", yalnızlığımın da dimdik ayakta durabilmek gibi bir anlamı var ! Birilerinin egosunu beslediğin müddetçe baban çok olur ama yem bittiğinde bir piç gibi ortada kalırsın. "Another brick in the wall" ..... hangi çimento beni bağlar ki hayata? Kes artık bilinçsizce sallanmayı, ya adam gibi horon tep, ya da s....r git !
Zayıflığını ve kibrini teknoloji ardına saklanarak gizleyenlerin çağında bayramlar yaşamaya devam ediyoruz : " Bayramınızı kutlar, sağlıklı, mutlu ve sevinçli nice bayramlara ermenizi dileriz" ...... yapma ya? Görevini yerine getirmiş olmanın hazzını da yaşıyormusun? Peki ya senin beynindeki düşünceleri bilenler, sezenler varsa, bunu hiç düşünebildin mi? Otomatik adamların otomatik mesajları...nice bayramlara.erdal&gürdal...keep fucking yourself !
Koca sene bir cuma namazına bile gitmeyen ey siz bayram sabahı camicileri??? Ulan bir sabah da şehitler için erken kalkın be, cami yerine gidin amerikan büyükelçiliğinin önüne de " damn with your strategical partnership " deyin. Bir sene de bırakın gün adamı olmayı; anneler günü, sevgililer günü, sevişme günü, bayram, seyran, kıyamet....s.....n gidin lan bu sanal dünyanızdan, kırılma indeksinize; bütün çürümüş niyetlerinize sokayım!
Kızım sen de s....r git çeyiz biriktirmeye, kıçını öptürmeye ! Pardon, artık çeyize de gerek yok, sen kıçını dolgun tut, evi dolduracak birini bulmak kolay. Ananın verdiği çetikleri de yak gitsin, demode zihniyetlerin tarih olmuş geleneklerine sıç gitsin; üstüne de bok yaz ünlemi de olan!
Mutlu bayramlara...
Sunday, 7 October 2007
DEŞİFRE !!!
http://www.netlarus.com/kayipdefter/friends/page9/ şahsın rumuzu : COLERAA
Bana ait olan yazılar : Doğaçlama yazılmış bir yorgunluk, Ödeşeceksiniz, Rijit Sevişmeler,
Endless'e ait olan yazılar :Yaş/asaydım, Neden ölüm neden?
Pedher'e ait olan yazılar : Zaman
Bunlar görüp, fark edebildiğim yazılar. Coleraa kardeşim yazılarımızı ancak izin alarak ve atıfta bulunarak yayınlayabilirsin. İşin kolayına kaçmayarak, biraz çalışarak üretken olabileceğine inanıyorum ama son olarak sana "fuck off, bullshit" diyorum.
... ve bitirmeden yakaladığım birkaç kişiyi daha deşifre edeyim :
http://www.ircyorumlari.net/showthread.php/rijit-sevi-meler-18-1384.html rumuz : Rainman, şahsın adı : Selahattin ERDEM ( soyisimle paralel bir eylem ) adam sayemde teşekkür bile almış
http://www.sevgilimolsun.com/forum.php?s=3&sx=detay&sid=4&ad=A?K&kid=81&ad2=Rijit%20Sevi%C5%9Fmeler&sayfa=0 rumuz : arda_scout
http://www.plat-forum.org/forum/archive/o_t__t_2748__%C3%96de%C5%9Feceksiniz.html rumuz : kenan
Hadi " Rijit Sevişmeler " yazım yerleske.net 'te 7000 kişi tarafından okunarak rekor kırdığını bilerek, türkiye çapına yayıldı ama ya diğer yazılarım ve arkadaşlarımın yazıları? Bunlar sadece tesadüfen yakalayabildiklerim....internet kullanımı anayasada yer almalı ve yaptırımları caydırıcı olmalı diye düşünüyorum.
İyi Pazarlar
Nazmi Şentürk
Sunday, 30 September 2007
Cuma(e)rtesinin ertesi
Bugün pazar olmasına pazar da, benim için salı veya perşemeden tek farkı 8 saat uyuyabilme lüksüne sahip olabilme şansıdır. Bugün içimde bir heyecan yok, dışımda da yok! Ruhsal orgazmda tavan yaptığım eylemler artık beni tatmin edemiyor. Duyamıyorum saka seslerini, göremiyorum doğa ve kadın güzelliğini. Başı kesik adamların eskrim yaptığı; ve onların etrafında toplanmış olan diğer adamların kan taslarını havada tuttukları ve kafaları olmadığından g.tleriyle güldükleri flu bir dünyada bitkisel hayat sürüyorum sanki. Bu sekronize kafasızların dünyasında bizlere sunulan yaşam alanının metrekaresi sekseni bile geçmez; bir oda, bir salon ve bir de g.t !
Neyin şikayetidir lan bu !? Kadıyı kadıya şikayet etmek..... senin farkın ne? Aynı düşünce ve kültür çanağından beslenen kütlenin bir atomu olarak, kovalent bağ kurduğun elektrona olan serzenişinin kıymet-i harbiyesi nedir? H...iktir git gidebildiğin yere kadar; balık ol , su ol, ne s...m olursan ol ama adam olma ! Yıllar önce beslediğin umutların seni piç etti işte ! Hangi umudun, hangi hayalin, hangi kadının yanında şimdi? Akıllı bir adamın yapabileceği en büyük aptallıkları bir bir yaptın sen. Git şimdi kendini fazla s..tirmeden ! Mühim olan hangi kucaklara oturduğun değil, yüzünde gamzeler açıp açmadığıdır; hatta iki gamzelinin bir araya gelmesi daha makbuldur, bunun için yazar / oyuncu olmana da gerek yok.
Birini becerdiğimizde onun da bizi becerdiğini neden anlamayız, anlayamıyorum. Sevemiyorum hayatı sindirella / polyanna pembeliğinde ve hafifliğinde yaşayanları. Ulan insanız hepimiz, isteklerimiz, arzularımız aynı ! Sana diyorum kadın! Sergilediğin kıçını ellemek isteyenler elbet olacaktır, neden garipsiyorsun ki bunu ? Seni cinsel obje olarak da, şiit teması olarak da, anne olarak da , hepsi olarak da görenler dünya yuvarlak (!) oldukça olacaktır, ne var bunda? Madem kafanız çok çalışıyor, gidin Einstein veya Nietzsche olun da sizi, olmayan .aşaklarınızdan öpeyim! Şiir gibi konuşursunuz ama bok gibi yaşarsınız. Bununla da kalmayıp size sıçtığınızı söyleyenlere de gard alırsınız. Ama güzelim sen anatomik olarak insan olmaktan başka nesin bi sorsana kendine? Profesör olsan ne yazar, orospu olsan ne yazar! Sevilmek ve sevmek istiyorsun, bi tane olmak istiyorsun ama asıl ideal olanı elde etmenin zorluğunu bildiğin için önüne gelen kötülerin iyileriyle birlikte oluyorsun. Ve aşk.... bakıyorum da hepiniz aşıksınız, hepiniz yanıyor, hepiniz Leyla veya Mecnunsunuz. ..bazen de Dink oluyorsunuz o ayrı mesele...
Ulan bana ne sizin aşkınızdan ya da aşktan kardeşim ! Benim egomu besleyen, gece üstümü örten, iyi sevişen, sohbet edebilen, sıkılabilen, beni kaybedebilme ihtimalinin bilincinde olan bana somut bişeyler verebilen, paylaşabilen şeye aşk derim ben...yoksa Julia Roberts da, Angelina Joolie de hoş hatunlar....
Böyle temasız yazılar olunca dağılıyorum ben. Hafta içinde kafamı çok çalıştırdığım için hafta sonuna çalışan biryerim kalmı.....bi dakka çalışan yerim kalıyor ama sıklıkla terk ediliyorum ya, o yüzden onu kullanabilmek için bu memlekette 6 ay beklemen lazım; önce seni iyi tanıyacaklar, evlenebilinecek bir potansiyel olarak görecekler vs... malum bizim bildiğimiz kızlardan değiller onlar. Biz hiç bir kitapta, filmde rastlamadık böyle profillere. Ben hiç " bildiğimiz kızlardan" biriyle tanışmadım hayatım boyunca, öyle biri olduğunu iddia eden birini de duymadım hiç..ilginç; topyekün cennetlik bi kütle olmalı benim toplumum; takıyye yapmıyorum, hadi ordan !?...
Artık ne futbolda, ne kitap okumada, ne yazmada ne sevişmede ve hatta ne de fizikte eskisi kadar iyi değilim. Hayatım iş oldu. Genç bir genel koordinatör adayı olarak, yaşlı müdürlerin husumeti altında kalsam da umurumda değil çünkü artık bir zamanlar hayal ettiğim yaşam bana çok uzak. İş dışında sarılacağım bişeyim yok ki hem ! Hayatıma giren her kadın beni su sandı, kaplarına gireceğim.....ama yavrum olamaz ki. Senin kıçın garantide, onu alacak bir salak her zaman bulunur ama ben çalışmak, çok çalışmak, işimde en iyi olmak zorundayım!!! Sen benle birlikte olmak niyetindeysen bunu bilip buna göre davranman gerekirdi. Ben seni 24 saat şımartıcak jöleli aylaklardan olamam ki, 7/24 boş zamanım olsa da olamam... neden sen benim peşimde koşmuyorsun? Neden bir gece evime gelip bana yemek hazırlayıp sürpriz yapmıyorsun? Neden geçmişimdeki kadınara takılı kalıyorsun? Neden iyi niyetli ve samimi değilsin? Kusura bakma güzelim kıçını cilalıyacak adamlardan biri değilim ben. Bir ilşkiye başladığımın ilk üç gününde anlarım zaten sonunu ve bu yüzden ben yalnız bir hayat sürebiliyorken sen/siz süremezsin/iz.
Son olarak, geçmişteki yazılarımda daha sık yazmaya çalışacağımdan dem vurmuştum ama inanın bana buna vaktim hiç omuyor, o yüzden müdavim okuyucularımdan özür dilerim. En kötü ihtimalle pazar günleri yazmaya çalışacağım tıpkı bugün gibi.
Yanlış olan benim bu dünyada, yanlışlamam veya doğrulamam sağlanacaktır zamanda. İyi tatiller
"It is dangerous to be sincere unless you are also stupid." B.Shaw
Wednesday, 22 August 2007
High Hopes
Tuesday, 21 August 2007
Aşk ve Sevgi Kavramları Üstüne ( Possion and Love )
Monday, 20 August 2007
Bilingual
Buyur burdan yak ! Aklı ve duyguları varmış ( şempanze ve yunusların da var ), bu yetmiyormuş gibi düşünüyor ve bunu üzerinde bir de eylemlerini inşa ediyor. Ne şirin! 24 saat sevgilisini düşünmeyi, akşama ne yemek yapıcam diye düşünmeyi, hamile kalma dönemini ayarlamayı, kız arkadaşının regl döneminin hangi gün biteceğini hesaplamayı, yazın yaklaşmasıyla çok beğendiği bikiniye götü nasıl sığdıracağını düşünmeyi, " kurtlar vadisi " mi yoksa " seni anan benim için yaratmış " dizileri arasında seçim yapmayı " düşünmek" olarak sayan zihniyetlerin hükümet seçmesine çoğulcu demokrasi deniyor. ( hangi yola sapsam beni siyaset sokağına götürüyor )
Düşünen canlılarmışız.....hatta ve hatta düşünen insalar ! Hem insan hem de düşünen kavramları yanyana gelince müthiş bir kombinasyon ortaya çıkmıyor mu ? Hem " düşünen " ve hem de " insan " olan insanların olduğu bir yer var mı acaba? Hmm, elbette var : Özgürlükler Ülkesi Amerika !!! Dünya özgürlüğünün ve selametinin yılmaz koruyucusu Amerika(!). Konudan konuya geçiyorum, kafanız karışsın biraz. Daha geçenlerde Amerikalı olup, japonyada rock müzik yapan bir arkadaşla msn üzerinden konuşuyordum. Hatırladığım kadarıyla alkollü ve depresiftim o gün. Tıpkı burada ve sohbette olduğu gibi konu yine siyasete ve Buşa geldi. Buşa kim diye soranlar olabilir: bu yanlış anlaşılmaya sebebiyet veren benim keza özel isim olan Buştan sonra gelicek olan eki ayırmam lazımdı. Hay hay, ayırıyorum ; Buş - a . ( if you read this post Mr. Guard of the World, lovely Bush , forgive me or you can send a rocket towards me, shhht i'll give coordinate to you, don't worry ). Sohbetini ve müziğini sevdiğim de bir arkadaş, kendisi grupta vokalistir , Amy Lee gibi yani. Syd Barret demek isterdim ama cinsiyet ve tarz benzemiyor. Toparliyim, konu Buşa ve siyasete gelince beş dakika içinde: rude, sterotypical, scarcastic, disrespectfull ve negative sıfatlarını hak kazandım. Demiş olduğum şey de :
- " i hate Bush too, fucking he and his fucking dogs still keep fucking the world every day! ". Buraya kadar kendisiyle hemfikirdik. Sıfatları kazanmamı sağlayan diyalogun başlangıç kısmı :
- " well, actuallt i know Americans well. They are so insensitive people acting like childish ( most of them ), who dont know anything about other culteres, countries, people and genuine humanity! ...freedoms countries. bullshit, fuck it ! It's just an utopia for ones who need to fuck others in order to survive!!!" Olay bundan sonra koptu:
-" O insanı siz seçtiniz, ona oy vermemiş olsan bile, onu ve politikalarını değiştirmek için hiç bişey yapmıyorsun, çoğunuz sadece diskoya gidip, alabildiğince alkol yüklenerek kıçınızı sallamayı ve sonrasında alkolsüzken bile uyuşmuş olan beyinlerinizle tüm deliklerinizi dolduracak partner veya partnerler bulup sabahlamayı düşünürsünüz" dedim ve bu ağır oldu sanırım. Sıradan beyinlerin başvurduğu sloganlara başvurdu o da; bunlar senin gerçeklerin, bunlar senin düşüncelerin, ne düşünmek istiyorsan onu düşünüyorsun vs :
- " her yerde bozuk, kötü insanlar vardır, nerede yaşadığı önemli değil, onları tecrit etmek mühimdir, konuyu değiştirebilirmiyiz ? " cevaben :
- " elbette her ülkede böyle adi insanlar, hırsızlar, katiller, yalancılar var; fakat dünyada milyarlarca insanın bildiği bir gerçek var: sadece Amerika dünyanın patronuymuş gibi davranıyor! Ama tartışmanın sonunda aslında benim korkunç değil, çok tatlı biri olduğumu ama nedense agresif ve karamsar gömlek giydiğimi falan söyledi. Siyahı severim! Buradan alınacak mesaj ne diye soruyorsun di mi? Ya da " aslanım, amma konudan konuya zıplıyorssun, sen sirkte ateş topundan atlayan değil, ormanda hür düşünenleri temsil eden aslansın". Son tahlilde hayvanım yani :)
Şimdi geleyim sonuç kısmına. Girişte anlatmaya çalıştığım da tam buydu. Artık sadece " ağır yazılar " değil, böyle spontane ve karmakarışık yazılar da yazıcam. Elimden geldiğince daha sık yazmaya çalışıcam vaktim el verdiğince. Bilgi verici, ansiklopedik tarzda yazılar yazmak tarzım değil. O gün içerisinde, o anda hangi konu üstünde yazmak istiyorsam yazıcam. Saçma sapan bir yazı, bir mısralık aforizma, bir şiir, duygu patlaması da olabilir veya elbette bir makale veya üstünde uzunca düşünülmüş derin bir yazı da olabilir. Yelpazem geniş olacaktır. Burası benim uydum ve onu seyretmek isteyenler dürbünlerini hazırlasınlar. Son olarak da gerek doğduğum ülkeden, gerekse diğer bir çok ülkeden yazılarımı okumak isteyen arkadaşlarım var. Bunun için ingilizce yazmam gerekiyor ve bundan sonra ingilizce yazıcam diye de karar vermiştim düne kadar. Fakat bu kararımdan envai nedenlerden dolayı vazgeçtim. Buna istinaden yazılarım çok uzun olmaz ise veya vaktim yeterli olursa, yazılarımı hem türkçe hem de ingilizce yazıcam. Benim için çok zaman alıcı olucak biliyorum ama elimden geldiğince buna uymaya çalışıcam.
Yeni yüzümüzle, gazamız mübarek olsun !
Tuesday, 14 August 2007
Thinking for the Existance
Well, it was so complicated subject and also my poor english is not enough to explain what i think about it ! Moreover, my brain and language might be not enough either Most of young people, who are between 14 and 27, think the life is just consist of going to disco, drinking a lot, doing sex and so on. They don't have any responsibility creating better world, sharing feelings and problems of others. They think just to have fun, spend their time by dancing , acting as if has right to do all. They don't participate responcibility of improving their country's and world's condition. But they are always at most of front to criticize goverment and people who try to do their best .
If you are an insect, no right to complain of being crushed! You don't vote, you don't have any responsibility, you don't clean front of your house but you always want everything! Don't you think there is a mistake? there is a illogical case? Come on, wake up and take responsibilities of your life! The life doesn't mean it is only fun , going to disco or falling in love. Of course , those are very important for our life. As sex is something not everything, those are something not everything.
You have to find out yourself. You have to contribute of building better world ! I can't see spirit of 68 any longer. Anyway, i wanna finish this writting by Pink Floyd's words : " so, so you think you can tell Heaven from Hell, blue skies from pain.Can you tell a green field from a cold steel rail? A smile from a veil? "
Thank you for reading .
Friday, 27 July 2007
Otomatik Adam
Bu yazıda bir tarif olmayacak. Açıklamalar, eğer yeterli olursa, sizin zihninizde karakter canlandıracak. Bu karaktere uzak olmadığınızı düşünüyorum. Hatta o her gün karşınıza çıkan ve konuştuğunuz biri dahi olabilir. Onu uzaklarda arayanlar hakkındaki düşüncelerimi de son kısımda belirtmeden geçemeyeceğim. Ama şu anda bu kişiliği kafanızda oluşturmaya başlamayı çok istiyorum.
Doğum kadar her sağlıklı bireyin başına aynı şekilde gelen başka bir doğa olayı yoktur sanıyorum. Doğuma baktığınızda aslında bireyin dış dünya ile ilk iletişiminin gerçekleştiği an da denilebilir. Olaylar bu gerçek üzerine kurulur. Basit bir olaydan sonra kişilik gelişmeye devam etmektedir. Çünkü çoğu psikoloğa göre kişiliğin gelişimi ana rahminde başlamaktadır. Buna kanıt olarak ikizlerin doğum evveli ve sonrası durumları gösterilmektedir. Ana rahminde hareketli olanın, doğum sonrası da karakterini sergilediği gözlenerek bir sonuca varılmıştır. Ben kişiliğin ne zaman gelişmeye başladığı ile ilgilenmiyorum. Kişiligin benim tabirimce bilinçsiz dönemde de nasil geliştiği beni ilgilendirmiyor. Burada bireyin engelleyemeyecegi bir seri davranış yüklenmesi bulunmakta ve bunları alıp almama hakkında inisiyatif kullanamamakta.
Konunun buraya gelmesi benim bireyin bilinçli düzeyine ne zaman geldiği konusunda bir açıklama yapmamı gerektiriyor. Bilinçli düzeye gelmek izafi bir kavram değil, bireyden bireye değisen kriterleri barındırmıyor. Burada ne kadar geniş bir çerçeve çiziyorum, anlamanızı bekliyorum. Bir sokak satıcısı ile bir iş adamı arasında bilinç düzeyi - ya da olgunluk diyebiliriz - açısından bir farklılık oluşturmuyorum. Yaşamları, aldıkları kararlar farklı,karar mekanizmaları farkli olabilir. Biri diğerine göre mantık ya da duygu tarafına daha fazla yatmış olabilir ama bunlar hiçbir zaman otomatik insan olmama konusunda bir özür sayılamaz. Bu bilinçlenmeye bir yıldırımın çakmasi gibi bakilabilir. Nerede nasıl olacağı belirlenemez. İnsanlarla iletişim ve daha önemlisi etkileşim sırasında varoluşçu bir yaklaşıma kayarken gerçekleştirilen id'lerin geneline bakildığında belirginleşen bir olgudur. Id olarak ele alınan ise, insanın kendini geliştirmesi sonucunda yapısında var olan temel davranış biçimlerine ne denli hakim olduğu ve bunlari ne ölçüde değiştirebildiğidir. Bu kültürle değişebilecek bir yapı degildir, bu kazanılmaz da. Fark ederseniz burada bir çelişki de doğar. Eğer insanın kendini değiştirmesi kendine katamadığı ve kendini değiştiremediği bir kanaldan oluyorsa insanlarda kalıtımsal bir şekilde ortaya çıkan bir durumun başta iyi olmadıkça, sonra nasıl iyileşmesi beklenilebilir. Burada kabullenmek, her zaman kabullenmektir. Yeri gelir bir paradoks bile çözülebilir. Bu mantığı geliştirmeyen biri kendi yolunu iyileştiremez. Paradoks kavramini bilmek bir fayda getirmez, yalnız bu tür bir durumun varlığının bilincine varabilmek getirebilir. Paradoks kavramının bilincine varılması için de kültür seviyesinin yüksekliği bir etken sayılamaz. Sadece olaylara baktığında, onları derinlemesine gören bir bilinç yeterlidir. Paradoksu insanlar her işlerine katarlar.
Buradan basit insan; tanımıma girmek, açıklamaların sağlığı açısından yararlı olabilir. Bu tür kişiler bence en eğlenceli ama bir yandan da en sıkıcı kişilerdir. Söyleyeceklerinin ve yapacaklarının hepsini kisa bir tanışma evresinden sonra hemen tahmin etmeye başlarsınız. Hatta bu tür birisiyle işiniz varsa onun cümlelerini tamamlayarak işinizi çabuklaştırmaya çalışırsınız. Fakat genelde bu sizden üst düzeyde bir yetkilidir ve siz de bu ikilemi içinizde hissedersiniz. Yapmanın gerekliliği ve yapamamanın yaptırıcı unsurlarına boyun eğme durumunu kabullenme. Sonuçta sizin söylediğiniz olmaz, onun söylediği hiçbir risk taşımadığından dolayı başarılır ve size biri gelir içinizdeki o gel-giti hissettiğini belli eder derecede bir hayat dersi verir. Bunun sizin içinizde firtına koparmasına izin verirsiniz. Sinirlenirsiniz ve bir dahaki sefer için beklersiniz. Buna sebep olanlar "basit kisilerdir". Hayattan alacakları daha doğum ertesinde bitmiştir. Raydaki tren gibidirler. İyi bir gözlemci için büyük hareketleri çok belirgin seçilebilir.
Basit insanı tanimak bize ne kazandırdı. Havuzun içindeki çogunluğu tanımış olduk. Bu kadar basit mi? Evet. Bu alt yapıda insanlarımız (çoğunluk) farklıyı kendisine benzetme çabasına girerler. Kendi acizliklerinin nehrinde akarken birisinin kurtulmasını istemezler. Bunun sebebi ise birisinin kurtulmuş olmasi onlara yeteri gayret gösterdikleri takdirde kendilerinin de kurtulabileceğini hatırlatacaktır. Kıskançlık ve hazımsızlık onları nehirlerinde sürüleri arasinda güvende hissederken huzursuz ediyor.
Simdi "kurtulmus insan" tanımıyla ne demek istediğimi anlatmak istiyorum. Madem ki basit insanin tekamül etmişi oluyor, onu da bu spekturum içinde tanımamız gereklidir. Aslında bu insanları gözlemlediğinizde taklitçi olduklarını görürsünüz ve kişilikleri diğer kişiliklerden kopyalanmış özelliklerle doludur. Bu şahıs kendisinden kompleksleri nedeniyle daha üstün gördüğü kişiliğin bir özelligini bünyesine katar ve o kopyaladığı karakteri sergilediği durumlarda ona bürünür. Böylelikle kişiliği bölünür, bölünür ve ortada kendi diyebileceği birisi kalmaz. Ama toplama olan bu karaktere bakıldığında çoğu zaman dengeli bir çizgi sergiler. Hatta vaktinin çogunu yanında geçirenler dahi onun bu yapida biri oldugunu anlayamaya bilirler. Bu sihir, anlik bir şahsiyet sergilemesi ve kontrol dışına kaçan, ya da sızan bir alt benliksel dışavurumla dağılıverir. Her şey çökmüstür. Bu o kadar bariz bir sivriliktir ki bir anda etrafında insan kalmaz. Ne olduğu, nereden geldiği, kültür seviyesi bir anda belirginleşir. İnsanlarin aklındaki "acabalar" yerine oturur ve kişi multi çöküş yaşar. Artık "O" her şeyi yapmaya "muktedirdir". Siz de ona her şeyi yaptırabilirsiniz. Sizin otoritenizin kölesi olmaya can atmaktadır çünkü bir otorite eksikliği içindedir. Kurduğu her sey çökmüş ve ilk gördüğü modelden tekrar başlamak ihtiyacındadır. Bu da onun, yaşadıklarından hiçbir ders almayarak hayatına devam ettiğinin göstergesidir. O zaman bu kişiliğe "kurtulmuş" demenin anlamı nedir. Bu kişilik etrafının farkına varmıştır! Boş insan gibi değildir. İnsanları basitçe sınıflandırma yeteneği vardır. Kim faydalı, kim değil ayrırımı yapar. Ama üst bir bilinçle de çok güzel yönetilebilir.
Demek ki sıra kurtulmuş insandan sonra "üst bilinçleri" tanımaya geldi. Kurtulmuş insandan farkları onların bir tanedir ve bu özellikleriyle bir yol aldıkları söylenebilir ve bu yol da onlari farklı bir kategoriye yerleştirmeye gider. İnsan kullanabilme yetenegi. Kendi geçtikleri yoldan ya da gözlemlerinden kazandikları ile diğerlerini amaçlarında kullanırlar. Gerekirse kitaplara başvurup inceliklerini de yakalama eğilimlileri bulunur. Ama hepsi komik tiplerdir. Bu özelliklerini gözlerinde o kadar fazla büyütürler ki en zayıf yanları bu olur çıkar. Buradan içlerine girip, onları anlamadan dahi onları yönlendirebilirsiniz ve bunun için çaba harcamanız gerekmez. Sadece bu yanlarını okşamanız yeterli olacaktır. Size enteresan kapılar açarlar. Ama sadece bu kadardırlar.
Evet, benim gözlemlerime göre toplumumuzda en yüksek seviyeye kadar bulunan bütün insan tiplerini şu ana kadar inceledik. Şimdi sonuç kısmına gelmek ve konuyu kapatmak zamanıdır. Bu yazıdan bir seyler almak için bundan sonrası önemlidir diyebilirim.
Basit insan tanimında kendinizi, basit insanın tüm hareketlerini önceden fark edecek kişi olarak kendinizi hiç gördünüz mü bir an için, ya da basit insanın yukarıda bahsi geçen susma ya da konuşma ikileminin ne olabileceğini anlayabildiniz mi? Birisinin davranışlarına, sizin rahatınizı bozacağını hissederek müdahale etmeyi "düşündünüz" mü? Bir insana en düşük seviyede dahi olsa, kolay olabildiği için, bir şeyler yaptırmak hiç "içinizden geçti" mi? Insanları kullanan üst bilinçteki insanları okurken, onların bu yanları okşandığında, onların da zayıf olduğunu hissettiğinizde yüzünüzde hafif bir tebessüm belirdi mi?
Eğer bunlardan birini bile yaptıysanız, siz otomatik insansınız. Toplum sürüsünün bir parçası. Bu saydıklarımın bazen hepsi, bazen de hiçbiri bile değilsiniz. Yani en kötüsüsünüz. O kadar kendinizi geliştirecek kitapları ve öğretileri kendinize katmışsiniz ama otomatiğe geçmişsiniz. Yani toplum size ne yapmanızı söylüyorsa aslında onu yapıyorsunuz şu an. Buna şiddetle karşı çıkıyorsanız dahi bunu toplumdan gelen, "birisi fikirlerini bozmaya çalışıyorsa REDDET!" içgüdüsüyle yapıyorsunuz. Siz yoksunuz. Sizin yerinize toplum var. Bedeninizi hareket ettirip belki bir şeyleri özgün yaptığınızı düşünecek kadar acizsiniz. Ama bir de biz varız. Bu yazıyı yazanlar. Sizin içinizi harfleri büyük olan bir kitap gibi okuyanlar. Hiçbir gizliniz, bizimle karşılaştığınızda saklayacak bir mimiğiniz ya da göz ifadeniz olamaz. Her şeyinizi anlar ve bunu anladiğımızı size hissettirmeyiz. Siz en coşkun modunuzda ne yaparsanız yapın. Biz sizden ayrılırken, yine böyle birine rastlayıp eğlendiğimizi düşünürüz.
Az olsak da variz, ve siz bizi seçemezsiniz!
Sunday, 22 July 2007
Seçim Manifestosu
Bugün Genel Seçim var. 85 seçim bölgesinde 7.395 aday çoban olmak için yarışacakmış. Türkiyeyi ve türk halkını müreffeh bir geleceğe götürecek olan iktidarı ve maşalarını seçme günüdür bugün. Bu zat-ı muhteremlerin eğitim durumları şöyle imiş :
4.086 sı üniversite / yüksekokul , 2.369 sı lise / ortaokul ve geri kalan 940 ı da ilkokul mezunu imiş. Profesöründen tutun da emeklisine, ev hanımından tutun da kebapçısına kadar geniş bir aday yelpazesi var. Seçmenden oy dilenirken " Urfanın etrafı duman" söyleyeninden tutun da, mazot ve öss yi kaldıracağını söyleyenlerin bulunduğu seçim curcunasını bugün nihayete erdirmek üzereyiz. Mitingler yapıldı, hediyeler (!) ve bayraklar dağıtıldı; günlük 100 ytl benzin parasına arabasını parti hizmetine sunandan tutun da, genç ve yakışıklı diye 40 derece sıcaklık altında miting alanına koşan insan yığınlarının belirleyeceği bir yönetimi biz bugün hak (!) edeceğiz.
Çok renkli mitinglere şahit olduk; meclise girmesi muhtemel olan partilerin genel başkanları çok yoruldular kendilerini ve hedeflerini halka anlatmaya çalışırken. Buna mukabil bağımsız adayların mitingleri ise daha kıyaktı; örneğin benim bu civarda mini etekli adı sapı bilinmeyen şarkı söyleye(meye)n kadınlar eşliğinde millete hizmet vaad eden bağımsızlardan tutun da, ipi sapı Apo'ya kadar giden bağımsızların yarıştığı bir seçim arefesini arkada bırakıyoruz. Miting alanlarında, ya da çeşitli medya kanallarında partilerin kendi programlarını anlattıklarına pek şahitlik edemedim doğrusu. Birbirlerine bok atmaktan veya geçmişe atıfta bulunarak prim yapmaya çalışmaktan vakit bulamamış olsalar gerek. Fakat lütfetmişler, web sayfalarına parti programlarını koymuşlar, en azından oradan okuyabildik, sağ olsunlar !
Muktedir halkım , gene her zaman olduğu gibi en optimumunu (!) seçecektir. Üç partili koalisyon şimdiden hayırlı olsun milletime! "keep being fucked" doktrini altında, önümüzde aydınlık ve ferah bir beş yıl(dız) bizi bekliyor. Gelin size naçizane bir analiz yapmaya çalışayım, hem böylece bendeniz, daha kararını verememiş biri olarak, analiz sonrasında hedefi belli bir insan olarak klavye başında kalkarım, who knows?
AKP : En çıtır, en körpe partimiz. Geçen seçimlerde tek başına iktidar olma kudretine nail olmuş, makro tablolara baktığımzda da başarılı bir 5 yıl geçirmiş bir parti izlenimini çalışma partneri medya desteği ile seçmende yaratabilmiş bir partidir. Yaptırılan anketler ve bu yolla halkın ajite edilmeye çalışılması da cabası. Beyin takımını, " hadi ordancı Erbakanın" milli görüş okulundan yetişmiş şahsiyetler oluşturmaktadır . Erbakan tüm hayatı boyunca din ve siyonizm üzerinden bir siyaset güderken, artık evine Recai Kutan ve birkaç koyunu gütmek üzere çekilmiştir. Siyaset sahnesinde hala sandalyeli ve silüet olarak yer aldığına bakmayın, o artık malulen emekli. Ama işi iş, Uzan ya da "iş aş bu sefer haydar BAŞ" tan biri iktidara gelirse, emekli maaşı 2.000 ytl, harca harca bitmez ! Normalde bir cami derneğini bile yönetemeyecek bir insanın Meclis başkanlığı yaptığı, adaletin sadece mazgalları cilalamak olduğunu sanan bir adalet bakanının, asıl kendisini eğitim ve terbiyeye ihtiyacı olduğu halde eğitim bakanlığı yapan ve bir de bunlara mollalarla, şeyhlerle, iş adamları ile beyin fırtınası seanslarına katılan bir başbakanı eklersek, kadronun ne kadar da liyakatlı olduğunu rahatlıkla görebiliriz (!). Sayfalar dolusu yazardım ama yerimiz mi dar ne ?
MHP : Ari türklerin partisi, ulu ve saf insanların cemaati ! Kandan ve kafatasçılıktan beslenen bu muhalefet partisinin meclise gireceği açıktır. Ülkücüyüm çok şükür diyenlerin % 14 oranında oy alacağını sanıyorum. Bozkurtlar şimdiden çiftleşmeye başladılar bile, hayırlısı olsun ! Meclis çok şenlik bir yer olucağa benziyor.
DP : Fiyasko bir birleşmenin ayakta kalan çocuğu ! Yıkılmadım , ayaktayım imajını veren Sülo'nun partisi. Derin devlet - MİT tecrübesi olan, emniyette paşalık yapmış bir lidere sahip şimdi DP. Menderesin DP'sini canlandırmaya çalıştığını, o ruhu yakalama çabasında ve hatta ve hatta o ruhun devamı olduğunu Ağar,kendileri ifade etmişlerdir. İdam sehpaları çürümemiş olmalı....hadi bakalım sağ-sol culuk oynayalım. Barajı kuvvetle muhtemel aşacaktır. Hükümet ortaklığı şimdiden hayırlı olsun. Bir yıl içinde terör gündem maddesi olmaktan da böylece çıkmış oldu, yaşasın idi !
CHP : Müzmin muhalefet; ebedi şeflerin, hizipçilerin partisi ! Ulu önder Atatürkün kurduğu en köklü siyasi parti. İnsanın canı acıyor, içi gidiyor..böyle büyük bir insanla özdeşleşmiş bir partinin ayaklar altında olması, ahalinin "Baykal'ı hiç sevmiyorum" diyerek partiyi reddeder bir imaja sahip olması ne yazık bir Atatürk hayranı olarak beni üzüyor. Parti ön plana çıkartması gerektiği sol gömleğini çıkartmış, hatta donunu bile çıkarmış olarak birkaç yaşlı takımının şefliğinde uçuruma gidiyor. Bir şansı var : tepki oyları, gün AKP yi devirme günüdür oyları onu uçurumdan kurtarabilir. Ama iktidarı ele aldığında , köklü ve radikal değişimleri yapmak üzere genç ve liyakatlı beyinlere parti devredilmez ise, sonunun Ecevitin DSP si gibi olması içten bile değil. Ecevit ruhunu da CHP ye kattıklarını, vicdani rahatsızlığından dolayı Ecevitin ölümünden sonra, özür mahiyetinde dile getirebilen Baykalın hangi öze sahip olduğunu hep birlikte göreceğiz. İktidarın hayırlı olsun ve bu senin son şansın !
Diğer partiler ekstrem olup, baraj altında kalacaklarından dolayı, onları mevzubahis etmiyorum. Burda Genç Parti için de bişeyler demeden geçemiycem, milleti ve ülkeyi soymuş olup ta tekrar çaldıklarını millete iadeyi ziyaret maksatlı dönmek isteyen Uzanın aslında vaatleri bir nevi yapılabilir bulunabilir. Örneğin mazotun 1 ytl olacağı maddesi. Doğru olabilir. 1 ytl nin üstündeki mevcut marjı milletten çaldığı ile finanse edebilir! Adının Genç Parti olması ve de genel başkanının ütopik siyaset anlayışına sahip, genç ve yakışıklı olmasından dolayı partisin % 8 -9 larda oy alacağını öngörebiliyorum. Kebapçı da onlara katıldı zaten, servetinin de % 30 unu halka vermeye amade üstelik ( % 70 i ona kalsın canım , o kadar türkü söyledi, kafa patlattı ). baraj dışında kalanlar gerçeğiniz kutlu olsun. Please dont hesitate fingering yourself ! kisses
"Kendi alevlerinizde yanmaya hazır olmalısınız: önce kül olmadan kendinizi nasıl yenileyebilirsiniz? Nietzsche"
Çok fazla uzatmadan yazımı noktalayayım. Bu arada şu anda kararım netleşti. Alternatifler arasında bir çoban seçmemiz gerektiği ortadadır. Koyunluk vazifemize, egomuzu incitmeden, vatandaşlık sorumluluğumuz diyerek sandıklara akın edebiliriz, ettik de ! Birilerinin pirzolalık eti olmak bizim demokrasi anlayışımızdır zaten. Çoğunluğu tatmin etmek, bir nevi sosyal mastürbasyon yani; ama bunların hiçbiri beni henüz boşaltamadı, orgazm uzak bana..'çek Mustafa çek çek, hayat hep böyle çekmekle mi geçecek' ...
Bu bir Seçim Manifestosudur, beğendiğim parti ve kişiler olmadığından, seçme hakkımı seçmeyerek kullanmak istiyorum. Eyvallah!
"Kendi alabileceğin bir hakkı, bırakmayacaksın sana vermelerine. Nietzsche"
Thursday, 19 July 2007
Tevellüt
Bugün birilerinin hatırlatmasıyla yirmisekiz (28) yılı geride bırakmış olduğumu öğrendim. Geride kalan sadece yıllar mı oluyor, tartışılır. "Şimdi" de, geçmişin nostaljisi ve geleceğin hayali olmadığı bir an'dayım; zamanlar arasındaki tünel köprünün tam ortasında çırılçıplağım...değilim, üzerimde boxer , elimde bira şişesi ve hoparlörlerden yükselen " Hareket Vakti ( Umay Umay ) şarkısının sesi var. Bugün kandilmiş, bayrammış, doğum günü imiş umurumda değil ! Boşluğun gondolunda sallanıyorum; ritimsiz, yitimsiz ve amaçsız. Başımı vura vura çarptığım duvarların metafiziğini kanıksadım artık. Alnımdaki kan pıhtılaştı ve şekil değiştirdi. Kendi benliğimde mülteciydim; parolojik bir yanılsamadan ibaretti "şimdi". Senkronize olamıyorum toplumla. Onlar için pesimistik olan bir bakış, benim için gerçeği ta kendisidir ! Hayatın tadını çıkarmak, ne demekse ! Sanki üzerinde tadını muhafaza eden bir jelatin var herdaim çıkarılmayı bekleyen. Ya paketin içindeki kokmuş, çürümüş ve porsumuş olanların birileri için hala tad özelliğini barındırdığı gerçeği mümkün müdür?
"I will survive" ....amfetamin etkisini gösteriyor. Bira beni kesmiyor, Nietzsche de öyle ! Nem-alkol oranı yüksek, şizofreni seviyesinde belirli bir artış söz konusu...Tanrının komiserliğinde üflediğim promil aleti tavana vurdu. Yanıcam ben, öbür tarfta yerim şimdiden kiralık konak ! Oysa, oysa bu tarafta kuru-pilav yiyebileceğim bir çadırım bilem yok, belki de varlığım bilem yok! Ah aysız gecelerde olur ne olursa, suladığım çiçekler soluyor !
"Gerçekten de hayatın anlamı olmasaydı, ve ben anlamsızı seçmek zorunda olsaydım, bence de seçilesi en anlamlı anlamsızlık bu olurdu. F. Nietzsche"
http://www.yerleske.net/makale970.html
Bugün 28 yılı geride bırakmışım. Ben uçuş modundayım, kedinin ise canı cehenneme! Kuşum zaten öldü, diğer kuş ise beni serüvenden serüvene sürüklüyor. Merak ederim acep hangisi asıl kaptan diye; beynim ile dikbaşım arasında müthiş bir liderlik yarışı var. Metazori yapılanların hayatımı işgal ettiği bir süreçteyim. Beynim beceriliyor, duygularım zaten antik lahit !
"I'm so lonely. And that's ok. (alt: 'cause today )
I shaved my head. And I'm not sad, and just maybe
I'm to blame for all I've heard. And I'm not sure.
I'm so excited. I can't wait to meet you there.
And I don't care. I'm so horny. But that's ok. My will is good. Nirvana"
Biram bitti, yenisi açmalıyım. Bugün benim doğum günüm, iyi değilim bugün......
"Ben, iki insanın daha yüce hakikatı bulmak için, bir ihtirası paylaştığı bir aşk düşünüyorum. F.Nietzsche"
Wednesday, 4 July 2007
Kapanan Telefon
...çalan telefonu(kimin aradığını bilmemin güveniyle) herzamanki sakinliğim ve sıradanlığımla açmışken,konuşma sonrası tam bir hezeyandı.Zaman mefhumu beni artık sınırlamıyordu vede sonsuzluk artık sonsuz değildi.Benim saatimde şimdi bir dakika altmış saniye etmiyordu. Kalbim inanılmaz acıyor,sanki içinde mangal yapan birilerinin mevcudiyetini anlamamı ister gibiydi.İnanılmaz fiziksel bir acı...acının tüm anlamları vücut bulmuştu bu an...Tanrım bu nedir?Öncü olduğunu bildiğim bu tarifsiz acının artçıları da olacak mıydı? Sudan çıkmış balığa dönmenin pratiğini mi yapıyordum.Oysa şu ana kadar hep balık olmayı istemiştim...
Gelen bu tarifsiz acı beraberinde tarif edeceğim bir çok yaşanmışlığı da yaşanmamış kılıyordu.Durduramıyordum kalbimdeki sızıyı.Aklım daha önce hiç karşılaşmadığım bu durum karşısında işlevini yitirmişti sanki.Peki sevişme anını ben belirleyemeyeceksem benim şu an şişme bebekten farkım neydi? Bağışıklığım yoktu.Hiçbir aşı ben mikrobunu yalıtamazdı ki içimden!
...idmansızdım.Daha evvelinde deneyimleyemediğim bu bilinçdışı acının kaynağı neydi?Domine olan kişiliğimin dibe ittiği diğer kişiliklerimden birinin bağımsızlığı mıydı bu? Kalbim,yumurtadan dışarı çıkma zamanı gelmiş timsah yavrusu gibi göğüs kafesimi kırmak istiyordu.Düşünce denizimde düşünecelerim öylesine birbirine girmişti ki ortada duran deniz fenerinin bir fonksiyonu kalmamıştı.Artık ben farklı bir bendim.Bir insanın aynı nehirde iki kere yüzememesi bu muydu?Savunduğum ve övündüğüm birçok şeyi anlamsız kılıyordu bu sancılı anlar. İlk defa kendimi bu kadar kontrol dışı hissettim.Aklımın insiyatifi eline alamayışı beni var olan tüm kırıklıklara uğrattı.
...uyuyamıyordum... Yazdığımın,fiziksel acımın daha da ötesi aklımın acizliğinin idrakındaydım en şiddetlisinden.
...Yazamıyordum...
Acıtmamıştı beni hiçbir ölüm,ayrılık,sevgisizlik ve haz bu akşam kapanan telefon kadar.Kalbimin ağrısı o kadar basınçlıydı ki,sanki aklım koordinasyon yetisini kaybetmiş durumdaydı.İmpulslarım yörüngesiz ve imansız,sanki mahşer telaşındaydılar.Nefesim acıma paralel bir ritimle seyrediyordu ömrümün en uzun akciğer yolunda. Kendime her 'güçlü ol,rasyonel ol' telkininde bulunuşum aslında kalbimdeki acıya atılan bir katalizörden başka birşey değildi.Hep sevdiğim fakat şimdi,şu anda küfrettiğim karanlık,hiç bu kadar kapkara gelmemişti bana.Dışardaki lanet olası cırcır böceği hiç bu kadar sinir bozucu cırcır etmemişti.Lambanın ışığı beni bu kadar utandırmamıştı baskın yediğim mahrem anlarında bile.
Evet,artık eski ben ölmüştü.Maskem düşmüştü.Kendimi dışardan bu kadar net görebilmek ve güçsüzlüğümü gizlemiş olduğum kamuflajımın görüntüsü acımı kalbimin tekelinden kurtararak diğer organlarıma da nasiplendirmişti. Acı artık tüm bedenimdeydi.Acıyı hissetmiyordum çünkü onunla bütünleşmiştim.Ben artık acıydım...bedenim umurumda değil,ruhum ise iflas etmiş durumda. Artık acı yok çünkü ben acıyım...uyuyordum yoksa uyanıyor muydum?
Tuesday, 19 June 2007
Kıyamet
Oysa sen,sen..Öldürdün beni
Önce yeşil sülfür dumanı olup burnumdan içeri yavaşça süzüldün.
Değdiğin her yer kor ateşler
Ciğerlerime indin
Beynime, kalbime her yerime ince ince sızdın
Hücrelerim seninle doldu
Bilemezsin,canım ne kadar acıdı.
Ama seni bir kere içime çekince, bırakmak mümkün olmadı.
Sonra boynuzlu kırmızı gözlü bir şeytan
Yaralarımda ateş gülleri
Kucağımda bir çocuğun kesik başı
Ağzımda henüz etleri seğiren kalbi.
Bana nasıl kıydın ..
Daha da sonra, dönüştüğün şey
Eğer günlere dökülürse,
Kıyamet
Saturday, 5 May 2007
Sarkaç Kırığındaki Ceset
Friday, 4 May 2007
Balık Yakalamak
Balığı kandırmak, dünyasından çekip çıkarmak için istediğini veriyormuş gibi davranır ve bir tuzak hazırlar. Yem, iğne, misina ve oltadan oluşan düzeneğin su tarafında sazan, kara tarafında balıkçı vardır; üçüncü bir gözlemciye göre temel istekler arasında fazla bir fark yoktur. Eylemin anlam kazanabilmesi, yani tutulma eyleminin gerçekleşebilmesi için, iki isteğin aynı düzlemde buluşması gerekir. Sazan ve balıkçı iki ayrı dünyada yaşarlar ve bu düzenek yardımıyla yolları kesişir. Balıkçı ile sazanın istekleri görünüşte aynıdır; temel güdülerden biri olan açlık duygusunu ortadan kaldırmak... Ancak balıkçı için daha fazlası vardır; farkında olduğunun da farkındadır. Önceden bir düzenek hazırlamıştır. Balığı ait olduğu dünyadan koparmak için düşünüp taşınmış, plan yapmış, su kenarında duracağı yeri hesaplamış ve geleceğe dönük hedefine ulaşabilmek için olanaklarını kullanarak eyleme geçmiştir. Balıkçı ile sazan arasındaki en önemli fark işte budur; geleceği tasarlama yeteneği... Sazan açlığını gidermek için atladığında, hayatını değiştirecek basit bir ayrıntıyı gözden kaçırır; yemle birlikte zokayı da yutar. Yemin içinde gizlenen gerçek niyetin farkında olmadığı için, ayrıntının içinde gerçekleşen bütün’ün bilgisine de sahip değildir.
Misina çekildiğinde sazan dünyasını terk eder. İçgüdüleri onu cennetten kovmuştur. Artık kendi cehennemini içinde taşımak zorundadır. Suda ya da karada olması bunu değiştirmez. Aklı başına geldiği anda, boyut değiştirmiştir ve suya geri bırakılsa bile artık eski sazan değildir.
yanıp kavrulduğunda solungaçlar
pullar yırtıldığında ve yarıldığı zaman kenarı dudaklarının
balık artık balık değildir
hele bir de insaflı günüyse balıkçının
suya bırakılmışsa yeniden
balık iki kere balık değildir
Sazan tekrar suya dönmeyi başarırsa, artık ötekilerden daha üstündür, çünkü; ölümün tadı vardır dudaklarında.
Tasarım yapan balıkçı, su kenarında elinde oltası beklerken, tek noktaya, gerilmiş misinadaki bir titreşime ya da şamandırasındaki bir harekete odaklanır. Bedeni, aklı ve duyguları bütün’ün içindeki bir ayrıntıda takılmış durumda olduğu için uyku halindedir. Kısacık bir zaman diliminde de olsa kendini unutmuş olmanın rahatlığını yaşar. Oltasını toplayıp, evinin yolunu tuttuğunda, orgazm sonrası farkındalığıyla bütün’ün bilgisine sahip olur, ve;
babasının ellerine dönüşür elleri
yaralı ruhunu onarmak için yaşayan
biri kalır geride
dile dökülmesi mümkün değildir
dış görünüşünden başka her düzeyde
balıkçı artık balık gibidir
Thursday, 3 May 2007
Eklektik Perdeler
...zaman kısıtında teneffüse çıktığım bu anda sonsuzluğa giriş yapmak için bişey karalıyorum ya da hiçbişey ya da herşey......zaman sayacı aleyhime işlerken, lehime tanıklık eden ego'mun açlığını görebiliyorum. Kırk derece sıcaklık altında az ötede bir ağacın gölgesi altında mayışmış aslan gibiyim: halim yok, ruhum yok, avım yok!
Hayatın gondolunda sallanırken, ruhum var(olmama)oluş sancıları çekiyor. Zaman ağır işliyor, düşüncelerim iflah olmaz! Varılacak durağı olmayan bir gemiyim; güvertesinde bir martısı bile olmayan. " ahh aysız gecelerde olur ne olursa..." Yanlıştı herşey sağlaması doğruyken. Paradoksal bir yanılgıydım, Mutlak bir mulak'tım. Parabolik bir zeminde paralojik bir çıkarsamaydım. Kendi benliğine kusan bir zerdüşt'üm...hiç bişeydim aslında : bişeyim hiçti !
Hava bulutlu-navy, hayat limoni-arkaton, ben flu-agnostik ! Oluş sancılarım artıyor, kusucam.
ikinci perde
Yalın olmalı herşey, çıplak olmalısın..giydiğin tüm maskeleri çıkartıp öylece yüzmelisin benle herkesin yüzemediği nehirlerde; ve iki kere yüzmeliyiz filozofun önermesine inat! Sonra çimenlerde kurulanmalıyız, tenlerimiz bir çiçeğe daha hayat vermeli. Sen çiçek ol ben zaten hayvanım. Olmasa da olurdu bu yazı, sen olmasan da olurdu ama sana giden yollardaki dikenler olmasa olmazdı ! Yazılmazdı hikayeler, okunmazdı şiirler; sevişmeler pişmanlıkla sona ererdi. Gamzeler açmalı artık yanaklarımda sevişmeyle biten gecenin sabahında ! Yanımda uzananı görmekten haz almalıyım, daha da anlatacaklarım olmalı akşamdan kalan, gelecekten gelen. Arabesk aşklar olmamalı, tutsaklık, tutukluk ve oyun olmamalı. Senden giderken, sana gelirken hissettiğim dinginliği hissetmeliyim. Olmasa da olurdu bu yazı.....
son perde
" inanmak gerçeği bilmek istememektir" ... gerçeğim ol !
Thursday, 26 April 2007
Kendim Olabilmek ( Varoluş Sorunsalı )
Kültürümüz,yaşamda neyin başarılı,neyin başarısız olduğunu kararlaştırı.Bu konuda bir şüpheniz varsa,Batıdaki bir pop yıldızı ile Doğu'daki bir din adamına yağdırılan aşırı övgünün birbirinden farklı olmadığı gerçeğini bir düşünün.Neyi önemsememiz gerektiğini(para ve mülk), ne gibi manevi standartlar uygulayacağımızı(politika ve iş hayatında her şey mübahtır),hangi giysilerin modaya uygun olduğunu,hangi spor dallarına ilgi olduğunu,bizim için hangi iş ve mesleklerin uygun olacağını ve boş zamanımızda neler yapabileceğimizi belirleyen de kültürümüzdür.Aynı kültürümüz bize ne kadar hangi dini seçeceğimizi de kararlaştırır,hangi sosyal sınıfa dahil olacağımızı,ömrümüzün ne kadar olacağını ve ne gibi rahatsızlıklar çekeceğimizi,hangi hayır kurumları ve siyasi partilerin bize uygun olabileceğini,bizim ve başkalarının hangi hareketlerinin anormal sayılabileceğini ve bizim dışımızdaki dünyaya karşı ne gibi bir tavır takınabileceğimizi de belirler. Bunlar bize legal yaptırımlar yoluyla değil,yazılmamış olan davranış kuralları,ülkemizin tarihi ve coğrafyası ve medyanın yaydığı(genelde televolecilik gibi) mesajlar aracılığıyla iletilir.Yaşam yazgımızda Amerikalı,İngiliz veyahut da Sabancı veliahtı olmanın,Afrikalı,Çinli ya da Ahmet efendinin çocuğu olmaktan çok daha farklı bir yeri vardır.Yazgımızdaki donelerin hepsi mutlak 'doğru' ya da 'yanlış' değildir.Onlar sadece bir kültürden diğerine farklılıklar gösterir ve tüm yaşantımız boyunca bizim üzerimizde derin bir etki yaparlar.Her kültür,ona ait insanlardan farklı şeyler bekler ve farklı talepleri olur,onlara farklı fırsatlar yaratır ve yaşama karşı farklı perspektifler ve farklı duygular geliştirmelerini teşvik eder. Bu genel faktörlerin dışında ve üzerinde,kültürümüz hepimizi son derece kişisel bir şekilde de etkiler.Belli kitaplar,idoller,müzik,resim,medya ve diğer yaratıcı sanat dallarını bize sunar.Bir radyo ya da TV düğmesine basmakla içinde bulunduğumuz ve geride bıraktığımız çağlardan hatta ve hatta gelecek projeksiyonlarından bize çeşitli güzellikler sumar.küçük yaşlardan itibaren okuduğumuz kitapların(azınlık!),dinlediğimiz müziğin ve baktığımız sanat eserlerinin(mankenler!) ve bize ulaşan her şeyin yaşam yazgımız üzerindeki önemini görmezden gelemeyiz. Kitap örneğini ele alacak olursak,çocukken okuduğumuz öykü ve türevlerinin o genç beyinlerimiz üzerindeki kalıcı etkisine hepimiz tanık olmuşuzdur.Kahramanlaştırdığımız(Zagor) ya da kötü adam ilan ettiğimiz kişiler,maceralarımız,neşemiz ve düş kırıklıklarımız,iyi ve kötüyü, onuru ve onursuzluğu tanımlayan kavramlarımız,başka yerler ve başka gerçekler hakkındaki görüşlerimiz bile bir köşeye kıvrılıp elimize aldığımız kitaplardan etkilenmişizdir.Pek çoğumuz için bu kitaplar gerçekten de büyülü olmasalar bile,genç yaşlarda formasyonumuzu en fazla etkileyen deneyimler olmuştur. Kimilerimiz kültürümüzün en iyi yönlerinden yararlanma fırsatı bulmuşuzdur.daha fazla kitap sahibi olma şansımız olmuş ve bu kitapları daha sakin ve huzurlu ortamlarda okuyabilmişizdir.Tiyatroya götürülmüş,eğitici gezilere çıkarılmış,müzik dersleri aldırılmış ve kültürel açıdan ilgi duyduğumuz konular için teşvik edilmiş ve onay alabilmişizdir.Kimilerimiz ise daha az elverişli(hatta hiç elverişsiz) ortamlarda büyümüş ve yaratıcı deneyimler aracılığıyla kendi hayal gücümüzü yetrince keşfetme olanağına sahip olmamışısıdır.Sevgiyle tanışmamız zamansız olmuştur pek çok defa.Ürkütmüştür bizi sevgi onu tanımaya çalıştıkça.
Ben üçlü bir içselliğe sahibim.Bir yönüm kültürümün doğrultusunda edimlerde bulunmamı söyler.Bir yönüm dış şekillendirmeden arınmış,aklım ve gönlümün içime bakan asıl "ben" yönümdür.Bir diğer yönüm ise ise bunların optimal bileşimidir. İlk yönüm doğrultusunda;örneğin, bu yazıyı yazmak istersem,muhakkaktır ki bir Montaigne'le,bir Yaşar Kemal'le,Aziz Nesin'le,bir Tolstoy'la veya buraya biçimsel,edebi ve süslü hikayeler yazan arkadaşlarımla kendimi kıyaslamamı gerektirecektir.Ben bunları göz önüne aldıkça bana ait olan bişeyi zaten yazmamış olacağım.bundan ziyade böyle bir kıyaslamaya girmek bana acıdan başka birşey vermeyeceği açıktır.ben kim,Nazım Hikmet kim mantığı çok bariz.Kendimi değersiz hissetirecektir günümüzde kabul gören onaylanma gerekliliği. Peki ben bu yazıyı hangi yönümle yazdım,tabiki üçüncü yönümle yazmaya çalıştım.Ama istediğim bu mudur,kesinlikle hayır.Ben yazmayı da ,sevişmeyi de,sevmeyi de,yaşamayı da 3. yönümle gerçekleştirmek isterim.İçimde kopan fırtınalar hep bu yöndedir.Bu iki yönüm arasında müthiş bir domine olma savaşı var.İşte, birgün tam anlamıyla 'kendim' olursam artık buraya yazmama gerek kalmayacaktır. Başarılı bir yaşam felsefesinin en önemli öğesi hayatı birşeyler için yaşıyor olma duygusudr bana göre.Bu,sevdiklerimize(eş,çocuklariana-baba,yakınlar,dostlar,hiç tanımadığımız birileri) birşeyler verebilmek için; yaptığımız işler insanlık yararına olduğu için ve/veya yaratıcı olduğu için ve /veya derin bir iç doygunluk olduğu için olabilir.Tüm bunlar,doğa bizde sevinç yarattığı ya da sanatın veya bilimin inceliklerinin yarattığı ürpertici duygudan etkilendiğimiz için olabilir.Nedeni ne olursa olsun,insanoğlunun,kendisini psikolojik açıdan bir bütün olarak görebilmesi için,yararlı olduğuna,bir amacının olduğuna,bir doygunluk,yaşamında bir anlam olduğuna kendini inandırması gereklidir. Böylesi bir yaşam felsefesi pek çok kaynağa dayalı olabilir.Bu kaynak din,okuduklarımız,önde gelen kişilerin görüşleri,bilim veya yaratıcı sanatlar yada kendi düşüncelerimiz,kendi içimiz olabilir.Önemli olan bize doğru gelmesidir ve hem kendi hayatımıza,hem de çevremizdekilerin hayatlarına bir anlam vermesidir. Başkasına faydalı olabilme isteği arkasında kendimize faydalı olma ya da kendi içhuzurumuzu güdme isteği mi var, o da başka bir yazı konusu olsun