Nik - Gözüm beni aramışsın?
Tayfun - Telefonu niye açmıyorsun lan adi herif? Oğlum sen ne biçim akadaşsın göt herif,siticem belanı…yaşıyomusun, nerelerdesin?
Nik – Şu anda sana paralel evrenden cevap veriyorum. Ben de çok iyiyim, sağol (gülüşmeler). Çağrını yeni gördüm ( koca bir yalan, bu ay içerisinde düğününün olduğunu bildiğimden açıp-açmama tereddüdü… ). Nasılsın kovboy?
Tayfun – Nasıl olsun, koşturmaca halindeyim. Yarın akşam düğünüm var, bir mazeretin yoksa beklerim.
Nik – Hadi ya, geldi mi lan zamanı ! Demek hala kararlı ve cesursun. (gülüşmeler)
Tayfun – Kusura bakma, sana yıllar önce gidelim Hollanda’ya, aşkımızı perçinleyelim demiştim. Senden ümidi kesince bir başkasına yöneldim…oğlum senin kafanı kırıcam a.q! Yarın akşam bekliyorum…
Nik – Tamam gözüm. ( gelemeyeceğimi söyleyemiyorum ) Seni mavi telaşından alıkoymiyim.
Tayfun – (gülüşmeler) …siktir lan! Kuafördeyim. Yarın akşam görüşürüz. Kendine iyi davran.
Nik – Bugger off! Chao
Lisans döneminden sınıf arkadaşım, taa çocukluğumuzdan beri berabermişiz gibi yakın hissettiğim; dostluğunu, kişiliğini ve insanlığını sevdiğim Tayfun evleniyordu. Düğünlerden hoşlanmayan, hatta nefret eden biri olarak ( ki bu, beni tanıyanlar tarafından bilinir ) davetine icabet edemeyeceğimi söyleyememiş olmamı ya da mazeret veya yalan uydurmamış olmayı anlayamıyorum. Dostlarımı unutan, dostluğun alevini kısan biri değilim. Kısmi vefasız, patavatsız,inzivaya çekilen ve yarı apatik biri olduğum söylenebilir. Sevgililerim dahi, insanları arayan bir insan olmadım pek…
Bu ay içerisinde akrabalarımdan, çeşitli arkadaşlarımdan birçok düğün davetiyeleri aldım. Tabii ki de hiçbirine katılmadım, katılmayı da düşünmüyorum. Akrabalarım umurumda değil ama Tayfunun ve diğer önem verdiğim dostların beni anlaması önemli.
Düğün merasimlerini biçimsel olarak ele aldığımızda kendisine has bir dilinin ve formatının olduğunu görürüz. Davetiye ile başlayan, çifti gerdek gecesini geçirecekleri yere kadar götürmeyle sonuçlanan bir süreç. Davetiye seçimi, rengi, deseni, zarfı tıpkı kişiliğin kıyafete yansıması ile paralellik arz etmeye başlamıştır. Matbaacıların paranın a.q için bu duygu yüklü günde, çiftlerin mutluluklarına iştirak etmek (!) için ürettikleri çeşitli davetiyeler var. Madem biz farklıyız, neden davetiyemiz de farklı olmasın dedirten. Aynı geminin içinde farklı kamaralarda olmak gibi. ‘Evlilik gemisindeyiz ama davetiyemiz farklı. Hem bizimkisi kır düğünü, üstelik at üstünde nikah masasına gelişimiz. Ayrıca pastamız ançüezli ve gelinliğimin alt kısmında , sevgi yumağını kinetik enerjiye dönüştüren jeneratörlü saydam bir klima var kıçımı yelleyen. Bizimkisi farklı yani. Evleniyoruz ama bizimkisi farklı’ halet-i ruhiyesi. Daha önce belki de bir kez bile görmedikleri insanlar da dahil olmak üzere geniş bir kitleye davetiyeler ulaştırılır.( Bu süreçte, muhtemel hasılat istatistiki tekniklerle hesaplanmıştır ) Düğün salonu, daha doğrusu yeri seçilir : salon mu, kır düğünü mü, yoksa okyanusun kıçı mı…maddi durum ve hasılat beklentisi iyiyse yemekli , kokteyl tarzı seçilir. Piyanist , şarkıcı, dansöz, havai fişek işin eğlence yelpazesi olmaya aday. Çiftler düğün öncesi dans dersleri ve aslında anlamını bilmedikleri fakat popüler olan ve müziğini kendilerinin de sevdikleri romantik bir şarkının lyrics ini yutarlar. Fotoğraf, araba süsleme, alkol-yemek, misafir ağırlanması, düğün sonrası gidilecek disconun ayarlanması gibi işlerden sorumlu olan damat adayıdır. Geline süslenme, makyaj, gerdek yatağını hazırlama, mutluluk fışkıran ve ilk gece korkusu ( bu fix menüde yer almıyor, manuel olarak seçebilirsiniz ) barındıran bekleyiş işleri kalmakta. Herşey ayarlandıktan sonra düğün saati gelir çatar. Misafirler gelmeye, düğün yerini doldurmaya başlarlar. Ne kadar kalabalık bir kitle olursa o kadar mutluluk paylaşılacaktır anlaşılan. Hatırladığım ve bildiğim kadarıyla önce pasta – limon servisi, programda varsa yemek ve alkol servisi ile mutluluk paylaşımı resmi olarak başlar. Akabinde mutluluğun en anlam bulduğu ‘takı merasimi’ vardır. En uzun ama takılanların değeri orantısında mutluluğun nabzını tutan kısmı budur düğünün. Birçoğunun kendi çocuklarının düğününe gelinmesi niyetiyle orada bulunduğu, hatta birçoğunun çifti isimleri dışında tanımadığı, belki de sevmediği davetliler besaş kuyruğu gibi kuyruk oluşturup çift için ne kadar mutlu olduklarını ‘çeyrek altın’ takarak gösterirler. Haa evlenen çiftin 1. derecede akrabasıysanız, maddi olarak sürünüyor olsanız bile ‘elalem ne der’ mottosu gereği sizi en az cumhuriyet veya 5 i 1 yerde kurtarabilir. 3 ü 1 yerde takarak işi espriyle geçiştirebileceğinizi sanıyorsanız yanılırsınız. Düğün sahipleri daha sonra tüm video kayıtlarını, fotoğrafları inceleyecek; kimin ne taktığını tespit edecek ve buna göre mukabele edecektir. Kalçaları ve göbek kaslarını çalıştırma aşaması davetlilerin çoğunluğu için düğünün son kısmıdır. Üç hareketli bir slow parça şeklinde ritmik bir dans platformu olur başlarda. Daha sonra ‘diceeyyyy siktir et slovu, çal ordan bi göbek havası, serdar ortaç vs…’ konsensüsünde birleşilir. Düğün zamazingosu yasal kısıtlar sebebiyle gece yarısı sona erince, çift ve en yakınları soluğu diskoda alır. ( bu seçenek de optional sanırım ) Kurtlar döküldükten sonra evli çift dışındakiler için gece sona ererken, onlar için henüz yeni başlayacaktır. Vee beklenen son: açlık derecesine göre 2-3 posta sevişilecek gerdek yatağına gidiş. Orada neler yapılıyoru anlatacağımı bekleyenler avuçlarını yalasın.Düğün is over! Düğünler, “ …bakın biz gözünüzün önünde nikah kıydık, toplumsal mazbatamızı da aldık, geceden itibaren düzüşücez bu yüzden kimse dişi kişi için kötü kız demesin …” baş ağrısından başka bişiy değiller benim için. Bu sebeple dostlarım bana kızmasınlar. Onları en mutlu günlerinde ( genel görüş ) yalnız bıraktığım filan yok.
Evlilik, insan doğasına bu kadar aykırıyken, yalanlar üzerine kuruluyken yüzyıllardır kutsal bir kurum olarak kabul görebilmiş olması ilginçtir. Neden evlilik? diye sorduğumda benim gibi düşünenlere verilen klasik cevaplar şu şekilde olmakta :
• Düzenli bir yaşam
• Hayatı paylaşmak
• Yuva kurmak, çocuk yapmak
• Sorumluluk almak
• Soy ağacını yeşertmeye devam etmek
İnsanlık çok fazla gerçekliği omuzlarında taşıyamıyor. Bu yüzden hep genel geçer kabuller oluşturup onların arkasına gizlenir. Evliliği sadece hukuksal nedenlerden dolayı kabul edilebilir bulabilirim. Çocuk yapma isteği bile evlilik için yeterli neden olamaz. Evlenmeyi düşündüğü adamın yukarıdaki nedenlerden dolayı onunla evleneceğini bilen kadının aklından şüphe ederim. Ne yani, tüm bu sorumlulukları, karşı tarafın mülkiyetini kazandıran evlilik mi yüklemekte? Bir arkadaşla, bir sevgiliyle olan hukuk ve ilişki tamamen bulutlar üstünde mi kurulu?
Evlenip boşanmış veya evlilik uzmanı biri değilim. Ben hemen hemen her sevgilimle sorumluklarımı, hayatımı, bedenimi, düzenimi, paramı paylaştım. Yani bir evlilikte her ne allahın cezası vuku buluyorsa, ilişkilerimde kendi karakterim ölçütünde vuku bulmuştur. Kimse , ’ evlenmeden evliliğin ne demek olduğunu bilemezsin’ saçma önermesiyle benim kafamı karıştıramaz. Evlilik yeterince güçlenememiş, bağımlı karakter özelliği gösteren zayıf insanların işidir. Cinselliğin özgürce yaşanabilmesi, dış dünyada patırtı koparmadan çocuk doğurulabilinmesi için aşkla, hayatı paylaşmakla bezenerek öğretilmiş bir meşru kılınma halidir evlilik. En zekisinden en aptalına, en güzelinden en çirkinine isteyen herkes kolayca evlenebilir. Evlenmek matah birşey değildir. Kolayca ulaşılıp, tüketilebilen bişeydir. Bir erkek olarak düşündüğümde evlilik bana da çok cazip görünüyor; eve geldiğimde beni bekleyen bir kadın, güzel yemekler, ateşli sevişmeler, sevişmelerin meyvesi çocuk vs. Kolaya kaçmanın en güzel örneği evliliktir aslında. Evli insanların bu kurumu müdaafa etmesi ve evliliğin ne kadar zor bişiy olduğunu söylemesi hem çok normaldir hem de çok ironiktir. Ne demek zor? Nesi zor? Evlenmeyenlerin derdi ne peki? Sadece her gece başka biriyle başka başka yataklarda terleme dertlerinin olduğunu falan mı sanıyorsun? Şunu kabul etmen gerekir, evlenmeyenler ( elbette bilinç sahibi olanları kastediyorum ) bunun üzerinde senden çok daha fazla kafa patlatmışlar, senden çok daha zor durumlar geçirmişlerdir. Senin gibi işin kolayına kaçıp evlenmek hayatta görünen en kolay şey. Siz önce evlenir, sonra düşünürsünüz. Daha sonra ikiden bir olamayınca, düşlediğiniz hayata sahip olamayınca mutsuz olursunuz. O sürece kadar çocuk olmuştur. Bu mutsuzluk halinde dayanağınız çocuk olur, onu kullanırsınız.
Kırgınlığın kemirdiği çiftler vardır. Ya da anlaşılmaz kinler. Ya da hastalıklı kıskançlıklar. Ya da eski eşlerle yapılmış çocukların sorunları. Ya da yeni çocukların gelişi. Ya da para. Ya da egemenlik. Ya da ötekinin ansızın fark edilen başka yüzü. Ya da düş kırıklığı. Ya da , ötekinin, böylesine bir durum karşısında, ister haklı, ister haksız olsun, çok önemli, çok özsel olarak değerlendirilen tepkisi. Kısacası binlerce asalak tutku olasılığı. Ya da ötekinin bedenini eski arzuya karşı duyarsızlaştıran, donuklaştıran, geçirgenliğini yok eden bir türlü saplantı. Kısacası, parazit yapan bin bir çeşit. O beden her zaman orada. Sevilebilir. Arzulanabilir. Hatta kabul edelim ki, ne o ne de siz gerçekten değişmemişsiniz. Sizinle onun aranızda yeni bir tutkunun ve onun doğurduğu yanlış anlaşılmanın engeli var. Arzu yıpranmamış aslında, fakat kovalanmış. Arzu ‘yorulmamış’ birdenbire onun yerini alan bir başka arzu yüzünden olanaksızlaşmış. Evlilik ( veya birlikte yaşam ) nefis bir cehennemdir. Ama bazı güzel dinlenme anlarıyla cennetten bir parça. İki kişiden hiçbirinin ötekinin mülkiyetine sahip olduğu duygusunu açıklamaya evlilik gerekçesiyle ertesi akşam da kendiliğinden orada olacağından emin olmaya hakkı yoktur. Anlaşmanın hergün yenilenmesi gerekir. Günümüzde daha evlenirken, boşanmanın köpeklere özgü olmadığını düşünmeyen kimse kaldı mı? Öyleyse ‘aşk ve sonsuza kadar’ demek gülünçlüğüne düşmemeliyiz. Ben yalnızca, eskiden beri olduğu gibi, evliliğin artık bir genç kızın biricik amacı, biricik tasası, yaşamının biricik tutkusu olmadığına inanmak istiyorum.
Evliliğin çeşitleri de vardır : Aşk evliliği, mantık evliliği, akraba evliliği gibi. Herkes aşka tapar. Evrensel bir realitedir aşk. Aşkı kutsayanlara, yaşamlarının odak noktası haline getirenlere sorun bakalım ‘aşk nedir’ diye. Emin olun verecekleri cevaplar birkaç klişeyi geçmez.
Aşk yoğun bir cinselliktir, feth etme arzusudur. Bir kadın onun bedeni şiddetle arzulanmadan sevilemez. Aşkın sözcük dağarcığı tümüyle savaşçıdır. Ötekine sahip olmak bir “fetih” değil midir? Bir kadın hakkında : “Ona sahip oldum…” denmez mi? Bir erkek hakkında “ Onun oldum…” denmez mi? Aşıklar anlaştıklarını sanırlar, leb demeden leblebiyi anladıklarını. Zavallılar, bir çeşit kutsanmış bir kaynaşma, uyum içinde yaşadıklarını düşlerler. İnsan, ötekinin yanında ne denli kendinden geçerse geçsin, kendisinin ve ötekinin duygularından ne kadar emin olursa olsun, kafasının bir yerinde, bilinç altında, bunun “ömür boyu” sürmeyeceğini bilir. Aşıksanız, özellikle de ilk kez seviyorsanız, bu sizi isyan ettirir. Aşıklar arasındaki sözleşmelerden sakınırım. Tüm sözleşmelerden…bağlılık anlaşmaları var : “Sana bağlı kalacağım, ne olursa olsun sana bağlı kalacağım.” Sadakatsizlik anlaşmaları var : “İki taraf için de özgürlük; önünüze gelenle düzüşürsünüz, sonra her şeyi birbirinize anlatırsınız.”
Tüm aşk öykülerinde bir baştan çıkarma anı vardır. İstensin ya da istenmesin, insanın bunu oynadığı, ortaya koyduğu, hile yaptığı, ya da yanılsamaya kapıldığı bir an. Olunduğundan başka türlü görünmek için insanüstü çabaların harcandığı genellikle çok yoğun olan bir an vardır. Baştan çıkarma, bir müstahkem mevki düşürmek değil midir?
Aşıkların, bedenlerinin yalnızca aşkın kaprisleri ve baş dönmeleri için yaratılmamış olduğunu anladıktan sonra iki çözüm vardır. Kimileri (çoğu) her şeyi apaçık ortaya koyar: “Tamam, oldu, yalan söylendi, biz zavallı çılgınlarız! Gülünç oyuncular! Aynı şeye bir daha yeniden başlamayacağız! Şimdi gerçek gerçek oynanacak.” Ve kimileri ise, tersine, bu görünüşü sürdürmeyi, inceltmeyi seçerler, ne olursa olsun, yanılsamanın bir yüzünü korumayı deneyecekler: kuşkusuz tuzak dağılır; ama yavaş yavaş: çok yavaş, geri dönüşlerle, inceltmelerle, oyunlarla, cilvelerle,’ben senin bildiğini biliyorum, sen benim bildiğimi biliyorsun , ama biz, sen ve ben, bilmiyormuş gibi yapacağız.’ ‘Baştan çıkarmanın gereklerini korumak’ budur. Başarıya ulaşmış çiftlerin tanımı bu olmalı bence.
Başkalarının tutkularının devindiricileri , içgüdüleri, nesneleri karşısında çoğu zaman kısıtlı kalınıyor. Bir azize yerine konan şu kadın. Şu onu sevdiğini ileri süren ve ona rol yapan öteki kadın. Şu paracı kadınlar. Şu kılık değiştirmiş kibar orospular. Şu senin için öleceğini söyleyen hatun.Kadınların söylediği yalanlar ve biz erkeklerin bunu safça yutmamız.
Herşeye rağmen oyun ne kadar önemli olursa olsun, biz ne kadar mantıklı ve ciddi olursak olalım, yine de komuta mevkiinde olan şey, kadınları elde etme tasarımdır. Napolyon’dan Lenin’e ve Stalin’e, sokaktaki son orospudan geri zekalı çocuğa, Greta Garbo’ya ve sokak serserisine kadar, gerçekten de herkesin diğer herkese sorduğu tek ve sürekli olarak sorduğu soru şudur: size güzel görünüyor muyum? Evlilik ve aşka burada çocuk konusu hakkında biraz değinerek nokta koyayım keza yazının cılkı çıkıyor.
Çocukları severim; masumiyetlerini, tazeliklerini, sevimliliklerini, kokularını, meraklarını…Çocuk seviyorum derken kendi pipimden olma bir çocuğa diğerlerinden fazla önemseme halini kastetmiyorum. Bir annenin hamile kalması ve doğurması mucize filan değildir. Sırf karnında taşıdı diye benim bu diyeceklerime itiraz etmede haklılık payı doğurmaz ona. Çocuk sevmek, egoların üstünde olmalı.Baba, pipisinden püskürtüğü için, annenin karnında taşımasından dolayı çocuk olayında daha önemsiz bir rolde olmaz. Ne zaman ki kendimizden olmayan çocukları kendi çocuğumuz kadar seveceğimiz kalibrasyonuna ulaşarız, işte o zaman gerçek çocuk sever oluruz. Bunun dışındaki durumlar bizim canımızı yakmalı. Çocukluğumdan beri uyguladığım bi felsefeyi paylaşayım : Çocuklara yetişkin gibi davranmalıyız ama onlardan yetişkin gibi davranmalarını beklememeliyiz.
Ben istediğim alanlarda araştırmalar yapabileceğim, istediğim kitapları okuyabileceğim, istediğim filmleri ve konserleri izleyebileceğim bir iş tasarlamak isterim kendime. Sosyal biri değilim, hiç olmadım , ama bu bir stadyum dolusu insanın önünde konuşamayacağım anlamına gelmiyor. Arkadaşlarım, gittiğim mekanlar olmadığı anlamına gelmiyor. Sinemayı, rock konserlerini, stand-up ları, seminerleri, söyleşileri, organizasyonları sevmediğim anlamına gelmiyor. Can sıkıntısını gidermek, sırf sosyal olmak için sosyal olmak, sosyal statüme katkıda bulunmak, çevremi genişletmek, yeni hatunlar bulmak için sosyalleşen biri değilim. Kitaplarımla, müziğimle, filmlerimle, hayvanlarımla olmayı seviyorum. Bu dünyanın beni daha zenginleştirdiğini, doyurduğunu görüyorum. Elbette kadını yadsımıyorum. Kadın olmalı hayatımda. Kadın düşüncesi, kadın sohbeti, kadın yumuşaklığı, kadın acısı olmalı. Ama yukarıda anlattığım şekliyle değil. İkimizin yalnızlığında yeşerecek, birlikteyken de yalnız kalınabilmenin mümkün olduğu bir ilişki. Mülkiyetsiz, hesapsız…Özlemlerin, özenlerin, acıların, randevuların olacağı…ikili yalnızlık... ( üzerinde daha yazılmalı )
ÇIKMAZ yeni
-
Çıkmaz versiyon 3
Yalnızım, Havvasız Adem gibi.
Çaresiz, Balığın yuttuğu Yunus gibi.
Pişman, Habil'i öldüren Kabil gibi.
Ağlamaz, kendi düşen çocuk gibi.
Ha...
6 years ago
2 comments:
fikirlerinde sapma olmayan yegane insanlardan biri.takdire şayan..
Bıkmadan beni okuyan sizler takdire şayan insanlarsınız...yaptığım tek şey kendimi ve anladıklarımı yorumlamak...teşekkür ederim Sibel
Post a Comment