Thursday, 9 July 2009

Böyle Buyurdu Nik

Uzun bir yazı olacak; formdayım. Bir kadeh içki alıp geçin okumak için ekranın başına. Kıyafetlerinizden de sıyrılın; çırılçıplak kalın. Aa, önyargılarınızı da çıkartın. Çıplak kıçınızla sandalyeye oturduğunuzda hissettiğiniz serinliği, önyargısız zihinle, yazımda hissedebilmelisiniz. Hakaret, argo, küfür, küçümseme, aşağılama, böbürlenme vs. gibi kavramları atın “geri dönüşüm kutusu”na. Böylece daha sonra onları geri getirebilirsiniz. Dönüyor dünya…

Altı yılımı geçirdiğim üniversitem bünyesinde yerleske.net adında öğrenci sitesi vardı. Oranın köşe yazarlarından biriydim. Orada uzun, ağır ve ciddi bir dille yazmaktan dolayı eleştirilirdim. O dönemde, yine asi olmama rağmen, argo dilini pek sık kullandığımı hatırlamıyorum. Özgür, dinamik, fonksiyonel ve yaşayan bir siteydi. Ufkunuzu açan, sizi devamlı geliştiren; yazar arkadaşlarınızın ve site üyelerinin yazılarını merakla takip ettiğim güzel bir platformdu. Şu an site çevrim dışı : “under construction”. Bu konuya neden değindim.. hah artık adult materyaller, bol küfürler ve argo dil içeren yazılar yazıyorum. Bu tarzı ,son dönemdeki ruh halime daha uygun buluyorum. Sert, patlamalı, gerçekçi ve diyalektiği olan yazılar…Yazılarımı çok kişinin okuduğunu göremezsiniz. Çok yorum yapıldığını da. Bu benim çükümde mi? Elbette hayır! Küçük çaplı okuyucu kitlemle etkileşimimiz gayet verimli. Hakaret içeren mailler de övgü içeren mailler de alıyorum. Doğrusu ikisiyle de ilgilenmiyorum. Noktalı virgülü yanlış kullandığımı söyleyen biri daha değerlidir. Eleştiri, ister yapıcı ister yıkıcı olsun: eleştirin kardeşim! Eseri yorumlayın. Eser sahibi boktan bir dünyanın boktan bir parçası nihayetinde. Yerleşke’den söz açılmışken üzerinde durmak istediğim bir nokta var. Orada müthiş insanlar vardı. Okuyan, yazan, eleştiren. Ben yurtdışına giderken 2005’te, fanzin dergi çıkartma projesi vardı. Yazılarımla, çalışmayla destek veremiyecek olsam da mali destek verme sözü vermiştim. Sonrasında birçoğuyla irtibatım kesildi, projenin akıbeti hakkında da net fikrim olmamakla beraber, iptal edildiğini biliyorum. Yerleşke'den iki değerli arkadaşımı ifşa ediyim (diğerleri darılmasın): iyi bir yönetmen olma yolunda hızla ilerleyen mantisfilm ve çok yakın bir süreçte profesyonel bir yazar olacağına inandığım endless. İkisiyle de gurur duyuyorum.
Yazım ana bölümler olarak Dünya, İş, Eş ve Din ekseninde devam edecek. Tabi bu ana bölümlerin içinde tali konulara dallanıp budaklanıcaz elbette. Uzun bir yazı olacak derken ciddiydim. Ben biramı açtım bile. Keyfini çıkarın.

Dünya

Her girdiğimiz yeni asırda, bu siktiğiminin dünyasını daha yaşanır kıldığımız masalından bıkan yok mu aranızda? Modern dünya, iletişim çağı, teknoloji çağı, küresel köy…Ulan dünya olarak daha Bosna’nın, Afganistan’ın, Irak’ın, Filistin’in acılarını saramamışken Uygurları öldürmek de nerden çıktı? Kıtadan kıtaya sirayet eden bir kısır döngü mü lan bu? Küresel bir savaşın eşiğindeyiz , ama herkes buna demokratikleşmenin sancıları olarak bakıyor ya da bana öyle geliyor. Dünya barışı, evrensel değerler, gönüllü kültür ve barış elçileri…Zifti asfalta dönüştüren bir silindir gibi tüm bu değerlerin üzerinden hep birlikte geçiyoruz. Bir sokak köpeği öldürüldüğünde dünyayı ayağa kaldıran kahramanlar nerde? Nerde barış gönüllüsü sanatçılar? Boktan bir futbol muhabbeti için program başına milyarlar alan dingolar nerde?

Bizler götü sağlama almaya devam ededuralım ; önemli olan önce milli menfaatler , sonra holding sahiplerinin, son tahlilde de kendimizin çıkarlarıdır. Zaten hep susmadık mı? İşimizi, makamımızı, eşimizi, dostlarımızı , canımızı kaybetmemek için hep sustuk. Söyleyeceklerimizle dalga geçilir diye sustuk. Notumuz kırılır diye sustuk. Taciz edildik, sustuk. Tecavüze uğradık, gene sustuk. Hayatlarımız çalındı, sustuk. Politikacılar bizi kandırdı, gene sustuk. Susmayı bilmenin erdem olduğunu bildiğimizden olsa gerek. Dünyayı foseptik çukuruna döndürmüş ve hergün içine sıçmaya devam ederken, hala polyanna hafifliğinde yaşayan nebati beyinlileri anlayamıyorum. Direkt adres vermiyorum ya, kimse nebati beyinli olduğunu üzerine alınmaz. Güzelliği-yakışıklığı, iyiliği, nezaketi başkalarına bırakabilirler ama aklı asla! Ve bu tip beyinlerin her zamanki kaçış argümanı şudur : “herkesin kendi doğruları vardır”. Siktirin gidin be ! Doğrularınıza sokayım. Kıçı kırık 2 sınavı geçtiğiniz, masa başı işe sahip olduğunuz, herkesin okuduğu kitaplardan bi düzüne okuduğunuz için doğrular türetebileceğinizi mi düşünüyorsunuz? Gömülün mutlu dünyalarınıza. Dünyanın sadece sizin için yaratıldığını düşünerek hareket edin. Boş su şişesini arabanızın penceresinden dışarıya atın. Belediye çalışanlarının işi ne, di mi? Ormanlık alanlara gidin ve oraları sikipbırakın. Buna hakkınız var, siz bütün hafta boyunca çalışan, vergisini ödeyen bir vatandaşsınız, hem de dünya vatandaşı! Toplu ulaşım araçlarına, toplu işlem yapılan merkezlere hiç değinmeyeyim:

- Memur bey, şu yeşilli arkadaş sıra kaynatıyor.
- Geçin yerinize amınakoyim. Bütün gün sizin gibi adamlarla uğraşıyom ben.
- Ulan dallama, sen bizden kesilen vergilerle maaş alan bir memursun lan, sadrazam değil!
- Hasta etmeyin lan adamı, sen kimsin ki benim maaşımı ödiycen…

Memleketimden hayvan manzaraları. Buna benzer bir sürü örnek daha verilebilir. Misal polislerin sanki halkın üzerinde yer alan “üst insan” larmış gibi ortalarda dolaşmaları. Dallama bir valinin, MTA için çalışan bir mühendisi kıyafetinden dolayı herkesin içinde “türk milleti”(!) adına azarlaması. Başbakan osurursa, vali neden sıçmasın di mi?

Amerikan siyasetinin tüm karanlığını renginde saklayan Obama’nın da a.q. Bu herifi, cinnet geçirmiş yığınlar gibi, dünya için yeni bir umut, çakra olarak ilan etmemiz pek manidardır. Kenya-Konya-İslam üçgeninde kendimizden biri yaptık herifi. Amerikayı öcü gibi gören tüm ülkeler şimdi herifin taşaklarını öpmek için davetler gönderiyorlar. Dünyada yerlerde gezen Amerikan imajını iyileştirmek için en iyi yöntem seçildi : Obama. Yani bizdeki “çük Emrah”. Mazlumların ve ezilen siyahların sesi. Çoksesliliğin ve çokrenkliliğin (şimdi götümden uydurdum, dünya siyasetine hayırlı olsun) sembolü. Yazımı Michael Jackson ile noktalıyacam. King of The Pop! Az buçuk dinlemişiliğim vardır ama seviyorum denemez. Afrikada, sanat için bir çocuğu açlıktan ölüme terk eden fotoğrafçının hissettiğinden daha fazlasını hissetmiyorum Jackson için. Bizimkiler adamı yakında peygamber de ilan ederler. Yeni yetme züppelerin, daha bir şarkısını bile dinlemedikleri halde, komün bir taziye havasına bürünüp yas tutmaları pek manidardır:

- Aga duydun mu, Maykıl Ceksın ölmüş?
- Yapma ya, Allah rahmet eylesin moruk.
- Abi toplanalım da şarkıları eşliğinde yad edelim abimizi.
- Ok hoca, biralar benden…
- Lan Mahmut, aklıma gelmişken sabah senin hala ölmüş oğlum
- Kanserdi be abi….hadi geç kalma, 2-3 paket sigara da al..si yu

İş


Holding ailelerinin bir üyesi değilsek eğer, yaşamımızda zamanımızın çoğunu işimizle geçiririz. İşimiz önemlidir. Faturaları ödeyebilmek, karımızı/metresimizi/sevgilimizi elimizde tutabilmek, arabamızın modelini yükseltebilmek için önemlidir. Günümüzde, severek çalışacağın bir işe sahip olmaktan ziyade, iyi-kötü bir gelir elde edeceğimiz bir işe sahip olmak önemli hale gelmiştir. Küresel kriz, işsizlik bunlar tam bi son of a bitch tezgahı! Papyonlu ekonomi palyaçolarının ekonomik vaazları ile kafaları tütsülenen iş adamları ile sacın diğer ayakları olan hükümet, medya işbirliği tarafından kasıtlı oluşturulan işsizlik havuzundan şırıngayla su çekilen süreçlere “ekonomik kriz” diyoruz. Burada ekonometrik analizler yapacak değilim, sallayın çükünüzü bir sürü prof.,uzman var. Hükümetin elinde “girse kesin gol” gibi son derece sağlam bir dayanak var:

- Dünyada bir kriz var a.q. Biz her şeyi doğru yaptık. Bizim dışımızda gelişen bir maliyeti bize yükleyemezsiniz.

Ulan a.q. dümbüğü sen, zaten yokları oynayan, zar zor geçinen halkına bu maliyeti yüklüyorsun ya? Senin ülkende değil mi bir öğretmenin geliri bir polisten daha az olan? Senin ülkende değil mi emekliler kuyrukta, yoksullukta çile çeken? Senin ülkende değil mi sermaye sahibi ibnelerin karları %100 ü aşarken gıkı çıkmazken, şimdilerde vergi indirimi için ağlayan, şirketine, kendisine o paraları kazandıran iş arkadaşlarını kapı dışına koyan? Bu amınakoduğumun çocukları ülke bu zor durumları yaşarken hiç karsız çalışsalar bir süre olmaz mı? Yatlarındaki seks partilerine, metreslerine aldıkları hummer’lara ara verseler olmaz mı? Holdinglerin kokoş först leydilerini yardım, sanat çalışmalarına göndermeniz birçok insanın gözünü boyayabilir. Ulan sikik bir topluluk olan TÜSİAD zımni ultimatomlar veriyor bu ülkenin hükümetine be, kimsin lan sen? Kimse kimseye ekmek, aş falan verdiği yok! Bu kelimeyi kullananlara da ifrit olurum. Çoğu alınlarının teriyle, çalışarak, didinerek belki de hak ettiklerinden azını kazanıyorlar. Öyle holding , fabrika sahiplerine örtülü örtülü “binlerce insana ekmek veriyorlar” desteği çıkmanın bir manası yok. Çalışanlar dilenci veya köpek değiller. Kimse kimseye ekmek vermiyor; herkes ekmeğini taştan çıkartıyor!

Biraz sakinleşelim. Biralar da bitti a.q. Saat 00.50 bu saatte bira da bulamam. Kaçımız istediğimiz, sevdiğimiz bir işte çalışıyoruz? Kaçımız gerçekten yapmak istediğimiz bir işi yapıyoruz? Ya da kaçımızın bir işi yok? Öğretmen olmaya hak kazanıpta tekrar bir sınava girilen başka bir ülke var mı merak ediyorum.(öğretmen savunucusu gibi oldum bu gece) Kaçımız istemediğimiz bölümlerde okumak zorunda kaldık? Kaçımız kendimize en uygun olan işin ne olduğunu biliyoruz? Örneğin ben felsefede doktora yapmak istiyorum ama yapamıyorum, neden? Çünkü sayısal alandanım, başka fakülteden mezunum ya. İyi de nesi engel ki bunun? Her satır arasında sövmek de istemiyorum. Demokrasi, liberalizm, özgürlük cığırtkanlığı yapanlar aslında özgür olmadıklarını ne zaman anlayacaklar çok merak ediyorum. Postmodern kölelik dediğim şeyi burada tekrar etmiyim, şurdan bakın.



Burada eş kelimesini sevgiliyi, partneri, eşi kapsayan geniş anlamında algılayın. Yani karşı cinsle muhtelif derecelerdeki ilişkilerimizi kastediyorum. Ben de bir erkek olarak, karşı cinsim olan kadına yüklenicem elbette. Herkes kendini savunsun. Altta kalanın canı çıksın. Geçme Namık Kemal köprüsünden…Ben kendi eşime sesleniyorum :

Herkesin gördüğü yüzünü değil, tersini istiyorum senin... Görüneni değil görünmeyeni, istediğini değil istemediğini, verdiğini değil vermediğini ver bana... Yaprakların güneşte parlayan cilalı tarafını değil, altındaki matlaşmış yüzeyi; ay çiçeklerinin hep güneşe dönen yüzünü değil, hep yere bakan tarafını; utancını, korkularını, çirkinliğini istiyorum senin... Vahşi, ilkel, karanlık, korkunç, kıskanç, bencil tarafını istiyorum; çünkü gerçek sen busun! Bunu asla anlamayacaksın biliyorum; çünkü ona dayanamazsın, gerçek seni görmeye dayanamazsın; soğan gibi kat kat kalın zırhların içine gömersin onu... Giyinirsin, kuşanırsın, boyanırsın ama gizlediğin, görmek istemediğin o hilkat garibesi, o -şey- hep oradadır.

Şimdi bana, sevgiden yoksun, yüreği katılaşmış, uyuz herifin teki olduğumu söyleyeceksin. “Sen pis bir domuzsun” da diyebilirsin. Bunu bildiğimi yadsıyamayacak kadar çok yaşadım; ve tamamını görebilecek kadar uzaklaştım indiğim dağdan... İçindeyken, yaşadığın dağı nasıl göreceksin?

Seni, bir domuz olmaktan alıkoyan şey nedir? Arada sırada da olsa; sevdiğini, aşık olduğunu, onu arzuladığını düşünmek ve üstelik bir de, bunu düşündüğünü biliyor olmak mı? Eğer böyleyse, -bu gerçekse- sana domuz demek, domuzlara hakaret olur; bir pisliksin demeliyim; çünkü domuzlar, aşkı-sevgiyi içgüdülerine uyarak yaşarlar ve senin gibi, “Sevgi istiyorum! Aaah! Seviyorum!” kalpazanlığını sonsuz kere tekrarlamazlar.

İstersen başından aşağı bir naylon poşet geçirip, boynundan sıkıca bağla... Biraz sonra, “Oksijen! Oksijen!” diye çırpınmaya başlayacaksın. Normalde hiç farketmediğin, sıradan bir şeymiş gibi nefes alıp verdiğin bir maddenin, bir anda “en önemli şey” olmasını nasıl açıklıyorsun peki? Veya medeniyetten uzak çam ormanları arasında, ciğerlerine derin bir nefes çekip, “oooh!” diye rahatlamanı? İşte sevgi de böyledir; onu farkettiğinde ya ortadan kaybolmuştur ya da zevk sarhoşu olduğun için adını söylemek aklına bile gelmez. Şerefine!

Din

Son bölüme geldik. Bilincim kapanmadan tamamlasam iyi olur. Alkollüyüm ya, bu halimle din hakkında yazdığım için çarpılacağımı düşünenler müsterih olsunlar. Ben zaten çarpığım, normal bir adamın zoru ne ki bunları yazsın?

Tanrı’ya, puta, taşa, ota, boka ve envai şeylere inanlara bişiy dediğim yok. Keza ben de “az sonra bi bira daha içeceğime” inanıyorum. Benim dinim çok pratik ve basittir : “kendine yapılmasını istemediğin birşeyi başkasına yapmamak”. Günlük hayatımızda yerine getirilmesi çok basit olan, kafa karıştırıcı, sistematik unsurlar bulundurmayan; benim gibi gerizekalılar için dizayn edilmiş işlevsel bir yöntemdir. Büyük inananlara bakıyorum da ; namaz kılıyorlar, hacca gidiyorlar, sakallarına-sıkmabaşlarına dikkat ediyorlar, dualar ediyorlar vs. Görünürde her şey mükemmel. Müstesna şahsiyetler hepsi. Kendi dininden olmayana , hatta dini olmayana gayet de hoşgörülüler. Bir yerlerde yanlış şeyler, kötü şeyler yapıldığında “inanan biri böyle yapmaz, inansaydı bunu yapmazdı” gibi laflar etmezler. Din dışı kişiler için fetvalar vermezler. Hoşgörülü, naif, sıcak, anlayışlı, saygılı, yeni fikirlere açık harika insanlardır onlar. Dünyada yeşeren tüm güzelliklerde onların sidikleri, kötülüklerde ise inanmayanların zehirleri vardır. Nah! Bu yazdıklarıma onlar bile inanmadı.(kendimi kategorize etmek zorunda değilim, o yüzden böyle yazdı öyledir gibi şeylerle kafanızı sikin, serbest)İki de bir kitap böyle diyor, peygamberin sünneti bu, bilmem hangi hoca efendinin osuruğu okunmuşmuş vs demeyi kesin..bunları bir geçin, sen ne diyorsun sen!? Kendi düşüncen, fikriyatın yok mu senin? Hangi dinden olursan ol, neye inanırsan inan ok ama ortak yaşam alanını senin inançlarına göre şekillendirme, senin anlayışına göre, kitabına göre düzenlemek..hah orda dur bakalım. Ne zaman ki kendinizden olmayana gerçekten hoşgörüyle bakmayı öğrenirsiniz, ne zaman “ aa o yaptı çünkü inançsızdı” zihniyetini terk edersiniz, ne zaman inanan-inanmayan, Müslüman-Hiristiyan çetelesini tutmayı bırakırsınız o zaman ortak platformda buluşulabilir. İnancınızı inandığınız şeyle yaşayın bizle değil. Herkes inanmak zorunda değil. İnanmayan birine karşı en ufak önyargısı olanın inancından şüphe ederim ben. İnanç için insan öldüren, insan lekeleyen, iftira atan, cezalandıran, yargılayan kişiler foseptik çukurundaki farelerden farksızlar. Cemaatlerde, ayinlerde neler döndüğünü de biliyoruz. Sizler hoca efendilerinizin eteklerini öpmeye devam edin ama sakın bunu telkin etmeye kalkışmayın. Önce insan olmak, sonra din! İnsan olmamızı sağlayan şeyin din olduğu yanılgısına da düşmeyin. Sen insanlığının kaynağını dinden alıyorsan, iyi insan olmak için dine ihtiyaç duyuyorsan zaten boka batmışsındır.

Ezana da karşı olduğumu bu vesileyle ifade ediyim. İnanan-inanmayan birçok insanı rahatsız eden bu uygulama miadını çoktan doldurmuştur. İlk zamanlarda saatin olmaması dolayısıyla çıplak sesle namaza çağrı olarak okunan ezanın günümüzde artık işlevi kalmamıştır. Sizin dilinizle konuşayım, farz değildir, kitapta farz olduğuna dair bir veri yoktur. Her sünneti yerine getiriyor musunuz da komün halinde yaşanılan bir çağda birçok insanı rahatsız eden, uykularını bölen, bebekleri uyandıran bu uygulamayı ifa etmede ısrarcı olursunuz? Dine saygısızlık çıkışıyla da gelmeyin sizi sığ beyinliler. O zaman ben de günde beş kere kendi dinim olan Rammstein’i böğürte böğürte herkese dinleteyim. N’olcak canım, katlanıverin beşer dakikadan…
Beynim sikildi. Artık yatıyorum. İyi uykular.

Edit : Star Gazete, Turkey
Amerikalı pop yıldızı Madonna, Polonya'nın başkenti Varşova'da 15 Ağustosta vereceği konser öncesinde bir grup radikal dinci tarafından protesto ediliyor.

No comments: