Geçmişte yazdığım yazılarımın birçoğuna bugünün penceresinden baktığımda; "bunları ben mi yazmışım" diye hayret ettiğim çok olur. Bazen de öyle yazılar yazmışım ki, tarih ve ben o yazının değerini azaltamıyoruz. Bu yazıda, 'salaklık tutulması' yaşadığım anlarda ortaya çıkan yazılarımdan bazı derlemelere yer veriyorum. Buyrun buradan yakın :
Kapanan Telefon
Bu gece olduğu kadar,karşı cinsten birinin söyledikleri bana hiç bu kadar koymamıştı.
...çalan telefonu(kimin aradığını bilmemin güveniyle) herzamanki sakinliğim ve sıradanlığımla açmışken,konuşma sonrası tam bir hezeyandı.Zaman mefhumu beni artık sınırlamıyordu vede sonsuzluk artık sonsuz değildi.Benim saatimde şimdi bir dakika altmış saniye etmiyordu.
Kalbim inanılmaz acıyor,sanki içinde mangal yapan birilerinin mevcudiyetini anlamamı ister gibiydi.İnanılmaz fiziksel bir acı...acının tüm anlamları vücut bulmuştu bu an...Tanrım bu nedir?Öncü olduğunu bildiğim bu tarifsiz acının artçıları da olacak mıydı?
Sudan çıkmış balığa dönmenin pratiğini mi yapıyordum.Oysa şu ana kadar hep balık olmayı istemiştim...
Gelen bu tarifsiz acı beraberinde tarif edeceğim bir çok yaşanmışlığı da yaşanmamış kılıyordu.Durduramıyordum kalbimdeki sızıyı.Aklım daha önce hiç karşılaşmadığım bu durum karşısında işlevini yitirmişti sanki.Peki sevişme anını ben belirleyemeyeceksem benim şu an şişme bebekten farkım neydi?
Bağışıklığım yoktu.Hiçbir aşı ben mikrobunu yalıtamazdı ki içimden!
...idmansızdım.Daha evvelinde deneyimleyemediğim bu bilinçdışı acının kaynağı neydi?Yoksa Freud haklı mı çıkıyordu?Ya da domine olan kişiliğimin dibe ittiği diğer kişiliklerimden birinin bağımsızlığı mıydı bu?
Kalbim,yumurtadan dışarı çıkma zamanı gelmiş timsah yavrusu gibi göğüs kafesimi kırmak istiyordu.Düşünce denizimde düşünecelerim öylesine birbirine girmişti ki ortada duran deniz fenerinin bir fonksiyonu kalmamıştı.Artık ben farklı bir bendim.Bir insanın aynı nehirde iki kere yüzememesi bu muydu?Savunduğum ve övündüğüm birçok şeyi anlamsız kılıyordu bu sancılı anlar.
İlk defa kendimi bu kadar kontrol dışı hissettim.Aklımın insiyatifi eline alamayışı beni var olan tüm kırıklıklara uğrattı.
...uyuyamıyordum...
Yazdığımın,fiziksel acımın daha da ötesi aklımın acizliğinin idrakındaydım en şiddetlisinden.
...Yazamıyordum...
Acıtmamıştı beni hiçbir ölüm,ayrılık,sevgisizlik ve haz bu akşam kapanan telefon kadar.Kalbimin ağrısı o kadar basınçlıydı ki,sanki aklım koordinasyon yetisini kaybetmiş durumdaydı.İmpulslarım yörüngesiz ve imansız,sanki mahşer telaşındaydılar.Nefesim acıma paralel bir ritimle seyrediyordu ömrümün en uzun akciğer yolunda.
Kendime her 'güçlü ol,rasyonel ol' telkininde bulunuşum aslında kalbimdeki acıya atılan bir katalizörden başka birşey değildi.Hep sevdiğim fakat şimdi,şu anda küfrettiğim karanlık,hiç bu kadar kapkara gelmemişti bana.Dışardaki lanet olası cırcır böceği hiç bu kadar sinir bozucu cırcır etmemişti.Lambanın ışığı beni bu kadar utandırmamıştı baskın yediğim mahrem anlarında bile.
Evet,artık eski ben ölmüştü.Maskem düşmüştü.Kendimi dışardan bu kadar net görebilmek ve güçsüzlüğümü gizlemiş olduğum kamuflajımın görüntüsü acımı kalbimin tekelinden kurtararak diğer organlarıma da nasiplendirmişti.
Acı artık tüm bedenimdeydi.Acıyı hissetmiyordum çünkü onunla bütünleşmiştim.Ben artık acıydım...bedenim umurumda değil,ruhum ise iflas etmiş durumda.
Artık acı yok çünkü ben acıyım...uyuyordum yoksa uyanıyormuydum?
*Bu yazı olayın vuku bulduğu anda,hiçbir biçimsel ve içeriksel kaygı olmadan yazılmıştır ve üzerinde hiçbir düzeltme yapılmamıştır.O yüzden yapılmış olan hatalardan dolayı affınıza sığınırım.
Aşkın İzafiyeti
Ben hiç aşık olmadım ki! Aslında aşkın ne olduğunu da bilmiyorum. Eğer aşk, sevgiliye duyulan özlem yada ayrılıktan dolayı çekilen hasretse, ben, hep olmayan sevgiliye özlem duyuyorum. O sevgilinin yokluğundan dolayı hasret ateşleri içinde yanıp tutuşuyorum. Ama bunlar aşk değil ki. Bu, bas baya özlem ve hasret!
Sahi aşk ne? Bir güzeli görünce yüreğinde duyduğun coşkunluk mu? Fakat bu da duyulan o coşku ve taşkınlık işte! Belki de bu, aşkın bir tezahürü, ama aşkın kendisi değil muhakkak.
Aşk, kadınına, çocuklarına duyduğun sevgi mi? Onlara olan bağlılığın mı? Gerçekten nedir aşk? Bir de aşkın gerçeği ve sahtesi oluyormuş! Çok zaman gerçek aşktan bahsediliyor. İşte bu gerçek aşk! Sevgilinin uğruna canından bile mi vazgeçmek bu? Yollara düşüp avare dolanmak mı yoksa?
Yahut aşk, duyamadığın, açıkça hissedemediğin, bilemediğin bir sonsuzluğun huzurundaki perişanlık mı?
Aslında bir parça hissedilmiyor değil: Sanı veya gerçek; ama bir duygulanım, dolayısıyla bir his az veya çok hep var. Hissediyorsun bir şeyler; bu his, sürekli olunca sezgiye dönüşüyor. Sezgi, nesnel bir bilgi değil. Bilgi, açık kanıt istiyor. Aktarılabilecek açıklık istiyor. İşte buna ermek, çok zor görünüyor. Bilemiyorsun, bulamıyorsun.
Kum Saati
Bir kum saatinin dökülen küçük,minicik kum taneleri gibi hayatımdaki her şey.Birbirini ezip geçmek ve diğer hazneye ötekilerden önce varmak isteyen.Her bir kum tanesinin amacı belli.Saat ters çevrilip de hazneler yer değiştirince ötekilerden daha uzun süre kalmak üst haznede.Ya saat iki kez çevrilirse...
Her bir parçan senin.Bir tanesi acıların belki.Bir kaçı,pek çoğu.Tüm acıların bir kum tanesi kadar yer kaplamakta sende şimdi.Ufalana ufalana erimiş,ama senden de epeyce almış götürmüş bir yerlere.Sana sormadan,hoyratça.
Şu renkli olan tanecikler mi?Onlar senin güzel günlerin.İlk söylediğin kelime,anne deyişin belki,düşük bir ihtimalle baba.İlk adımın,ilk yazdığın kelime,çarçabuk bitirdiğin kitaplar,okullar,mezuniyet törenleri,ilk işin.İlk maaşınla sokak çocuklarına aldığın simitler,balonlar.Ah!Tabi ki ilk sevdan.Yani içten içe sevdiğin ilkokul öğretmenin.Kim bilir...
Bak,diğerlerinden biraz büyük gözükenler var ya.Aslında diğerleriyle eşit olup da onlardan büyükmüş gibi görünenler.Onlar da hayallerin.Ulaşabildiklerin ya da hep hayal olduğunu düşündüğün için bir zaman sonra unuttukların.Yapmak isteyip de yapamadıkların.İçinde kalanlar.Şimdi iyice bak.Büyük mü,değil mi sen karar ver.Hem büyük olsalardı,nasıl devam ederdi bu düzen,akış.Tıkanmaz mıydı onlar yüzünden?
Bunlar da yalnızlıkların.Sürgün gibi dolaştığın,terk edildiğin günler,ya da zaten tek başına olduğun anlar.Nasıl da belli mahzunlukları.Bir gece,bir ayaz,bir istasyon,bir vagon,bir ev,bir yatak.Yalnızdın hepsinde.Hepsinde bir sen vardın,bir de yalnız kaldığın an...
Ne kaldı geriye.Şu en tepede duran mı?Belli değil mi o,gururun.Aşağıda olanlardan habersiz hep orada kalacağını zannediyor sonsuza dek.Ayaklarının altındakiler kaymaya başlayınca yavaş yavaş bakalım ne yapacak.
Siyah olanlar en kötü duyguların.kinin,öfken,kıskançlığın.En uzun birlikteliğinin yaşadığın sevgilinin okul arkadaşı,senin yapmak istediklerinin yapan dostların,patronun,en başarılı meslektaşın,kimselere diyemediğin kuruntuların onlar.Hep gizlediğin ya da yeri geldikçe şakayla karışık ekmek arası yaptıkların...
Sonra şu tanımlayamadıklarım da hep yüzlerini gördüğüm ama isimlerinin ve kim olduklarını bilmediklerim:Otobüsteki biletçi çocuk,bakkalın çırağı,mahallenin en dedikoducu iki kadını,köşe başındaki simitçi,metroda kitap okuyan güzel bayan,her sabah aynı saatte seninle aynı yoldan; fakat ters yönde yürüyenler,kavşaktaki polis,apartmanına yeni taşınan gizemli çift...Hiçbirini tanımasam da hayatının birer parçasıydı onlar!
Dedim ya: Ya saat tekrar çevrilirse ne olacak?Dayanabilecek mi yüreğin bunlara tekrar?İki haznenin arasındaki mesafeyi tekrar alabilecek gücü kendinde buluyor musun?Ne o,yoksa korkuyor musun?Şimdi sana onları yaşayan bir başkasıymış gibi geliyor değil mi?
Fark ettin mi bilmem ama neden kimseyi sevmedin sen?Ya da sevdin de çabucak bitti?Bak sevdalardan söz edeceğime bakkalın çırağı,simitçi çocuk aldı zamanımızı.Doğru kişiyi mi bulamadın?Sana bir sır vereyim mi?Doğru kişi yoktur.Onu sen yaratırsın,sen,doğru kişi sensin,dersen o doğru kişi olur.Bu yüzden kum saati ters çevrilir çevrilmez,birini bul ve sev!Kum saatine inat...
Aşağıya yazacağım iç döküm,sizi ilgilendirmez biliyorum.Edebi bir yönü de yok.Fakat yukarıdaki yazıdan sonra yazmak istedim,nedenini de pek bildiğim söylenemez.
Bugün yine bir ilişkim sona erdi.Artık bu sona ermeler kronik hale geldi.Biten bir ilişki benden neler götürür diye hep düşünmüşümdür.Fakat bulduğum cevap: götürmekten ziyade, bana çok şey kattığıdır.Haklı olduğumu biliyorum, fakat bazen haklı olmak istemiyorum.Daha düne kadar yakışıklım,canım,sevdiğim diyen biri, bugün beni ilgisizlikle suçladı.Ona gayet açıkça anlatmaya çalışmıştım oysa ki!Evet, ben kartlarımı açık oynamayı seven biriyim.Ben bir kadının, bir erkekten beklediği şeyleri bekleyen biri olduğumu söyledim ona.O da bana aynı şeyleri benden beklediğini söyleyerek,kendince tezat bir durumun varlığından bahsetti.Ben, bunda bir tezatlık olmadığını, bilakis aynı şeyleri isteyen iki insanın ortak düşünceleri olduğunu söyledim.Doğal olarak,ilişkinin idamesi bakımından, bir orta yolun bulunmasının gerekliliğinden bahsettim.O ise orta yol bulmak zorunda olmadığını söyledi.Benim cevabım ise net ve açıktı: O zaman sana iyi günler.Yoluna yolcular gelsin.Hayat gönlüne göre versin...
İnsanlar (kadınlar ve erkekler) beni anlamakta zorlanıyorlarmış.İnsan değer verdiği insanı kaybetmemek için savaş verirmiş...Ben değer verdiğim insanları kaybetmekten korkarım, fakat kaybetmeyi de göze alabilen biriyim.Hiçbirşeyi tanrılaştırıp,müptelası olmuyorum diye duygusuzlukla,aykırılıkla suçlanıyorum,yargılanıyorum.Ne istediğimi bilmemekle fikir dünyamda yalnız bırakılıyorum.
En çok yüzüme vurulan şey ise; onlarca kadın hayatıma girdiği halde hiç sağlıklı,uzun soluklu bir ilişkimin olmamasıdır.
Evet,kadınlar başlarda benden hoşlanıyor.Onlarla ilişki kurmakta zorlanmıyorum.Ama ben sevgiliyi sevmek noktasında ihtiyatlıyım.Daha doğrusu onu pek beceremiyorum.Nedeni ise bariz;yukarıdaki örnek bir tanesidir.Klasik ve popüler sevgili tipi değilim ben.Kadınlar klasik sevgili tipine,kalıbına sokmaya çalışıyorlar beni.Peşlerinden koşan,haklı da olsa alttan alan,her zaman duymak isteyeceklerini söyleyen,24 saat onlarla beraber olmak isteyen,tüm ilgisini onlara yönlendiren,hayatını onlara göre şekillendiren biri olmamı istiyorlar.Ben böyle biri değilim,olamam da!En azından öyle olmadığımı düşünüyorum.Ben özgün,kendi olmaktan hoşlanan,kendimi bulmaya çalışan biriyim.Ve beni bu halimle sevecek bir kadını istemek de hakkım.Bu mükemmelliği arayış değildir.Karşımdaki kadın beni,onunla ilgili verdiğim şeylerden(sevgi,ödün,hediye,zaman,iltifat vs.) ötürü değil de, "beni sevdiği"için sevmeli.Tıpkı annem gibi,tıpkı dostum gibi.
Evet, bir ilişkim daha sona erdi.Yalnızım, bunu uzun zaman önce öğrenmiştim oysa ki!Ama yine de sevmek ve sevilmeyi istiyor ruhum.Aklımla bunu engellemem,çok çabalamama rağmen, mümkün gibi görünmüyor.Bunca yıldır,bunca insanla beraber olmama rağmen benim hiç “aşık” olmamamı anormallikle bağdaştırıyorlar.Yani ben ya normal biri değilim ya da "doğru kadın" karşıma çıkmamıştır.Doğru kadın,her ne demek ise?O kendince ve 3. kişilerce doğru kadın olsa da, eğer ben onu doğru bulmuyorsam onun doğruluğunun benim için ne önemi var ki?O'nu doğru yapan benim!
İçimde bir boşluk var,canım yanıyor.Bu ilişkilerim bittiği için değil.Hepsine saygım var.Kendimi tanımamda bana yardımcı olmuş kadınlardır hepsi.Hepsine mutluluklar dilerim.Benim derdim onlarla değil,kendimledir.Bu boşluğu doldurmak için ne yapmalıyım? İçeyim mi,yazayım mı,kariyer peşinde mi koşayım,eğlenceye mi dalayım?
Evet canım sıkılıyor.Akıllı ve yakışıklı olmam beş para etmiyor.Kadınlardan uzak durmamam için bir sebep de göremiyorum.Evet hepsi aynı değiller.Ama ben kendimi bu teselliyle avutmaktan bıktım usandım.Artık öyle olmadığını somut olarak görmek istiyorum.
Yalnızım,kendimleyim.Kendime aşık olmaktan korkuyorum!Duygularımı konrol edebilen biriyken aklımı kontrol etmekten acizim.
Yalnızım...
Yare
Ellerim üşürdü, üşürdüm.Tüm vizelerin,raporların ve de ödevlerin sıklığına inat seni düşünürdüm.Bir sensizlik kaplardı içimi beni böyle görmeni istemezken,inan üşümezdim .Senin yanında gibi aynı,delikanlıydım soğuğa karşı uzun kıs gecelerinde 21 aralık dahil...Hayallerim vardı benim.Zaferler getirecek yıkılacak ve tekrar kurulacak hayallerim vardı.Senin yanında korkmazdım depremlerden
Hayatın bir amacı,bir gayesi vardı ve şimdi bir sensizlik kaplıyor odamı, inan karanlık.
Yağmurları severdim.Şu sıcak bahar yağmurlarını,büyük şehirleri alt üst eden, altını üstünü karıştırdığın yağmurları severdim.Öyle ev rahatlığında izlemeyi değil,hissetmeyi isterdim,ıslanmayı,severdim.Korkmazdım,hasta olmaktan.Ama şimdi sen başka memleketlere yağıyorsun-ki benim memleketime kar yağar genelde-sıcak sıcak gökkuşağına sebep bir anlam taşıyorsun en basiti bulutlarında.
Peki yağdığın yerde seviyor mu insanlar yağmuru benim yağmuru benim seni sevdiğim kadar gökkuşağı olmasa da olur hani ...
Çakardım kibriti şehrin karanlığına inat.Bir ayındık hissiydi bu havai fişek gösterisi misali coşkusu büyük, zamanı bir o kadar az...
Ellerim üşürdü.Daha dün ellerinde terleryen ,sensizliğin duman nikotin sinmiş ellerim.Duman duman olurdu şehir, hiçbir zaman aklıma gelmedi sis ihtimali benden diye düşünürdüm.Ana haber bülteni sonrası hava durumunu es geçerek yapılan bir hataydı bu belki de spor haberlerini kaçırma pahasına da olsa.
Ölemezdim... Her genç kadar, düşünürdüm kendi cenaze törenimin soğuk yüzünü ve her genç kadar isterdim ölmeyi ne biraz fazla ne de biraz az, beceremezdim sensiz ölmeyi bilmeyi.
İlkbahardaki mutluluklara taput olurdu umutsuzluk ilk ilkbahar gömülürdü ben yine veremezdim toprağa.Hep seni bekledim,gelmezdin,gelmeyecektin randevu bile vermemiştin oysa.Ben yine de beklerdim seni her ne kadar sürpriz yapmayı sevmesen de.
Yaza sarkan umudumun taputunu hazırlarken mutsuzluk, ben dimdik ayaktayım, zannetme ki çok güçlü olduğumdan.Eğer gelirsen beni böyle görme diye, üzülme diye, istemem senin üzülmeni yakışmazda sana yakıştıramazdın da...
Birinci ligde kendi halinde bir kent takımıydık,üç büyükler rakibimiz değildi.Sen çıka geldin aniden, o kadar aniydin ki geldin demek yetmedi anlatmaya.ilk haftalar hayallerimiz vardı şampiyonluk gibi mesela.Güvendi herkes sana ama sen bıraktın görevi, sebep bile bildirme gereği duymadan bıraktın ve takım düşmedik küme bırakmadı.
Hayata karşı yapılan son maçtı bu, tribünden biri bağırdı “yapılır mıydı bu be yapılır mıydı”sağ elinin tüm parmakları açıktı ve sallıyordu
Tek başına içilen rakı gibiydi hayat buna sadece bir küçük içilmez
Bir de, büyük ağlanırdı.
Biz Erkekler
Ne diyebilirdim, ya da ne demeliyim ki? Biz erkekler hep aynı değil miyiz? Kadınlarda olan duygular bizde neden yok? Var da bizler mi farkında değiliz. Annelik çok farklı bir duygu olmalı, doğa gibi. Biz erkekler ne işe yararız, diye sorar dururum kendi kendime çoğu zaman. Yanıtını tam olarak hâlâ bulabilmiş değildim. Kadınlar öylesine farklı duygulara sahipler ki. Tatlı bir söz, küçücük bir çiçek bile yetiyor mutlu olmaları için. Ama biz erkekler, bunun bile farkında değiliz.
Egoistiz, maçoyuz ve bununla gurur duyuyoruz. Ne büyük bir çelişki. Bizler çalışıyoruz, sizler, evde oturacaksınız deyip çıkıyoruz galiba işin içinden. Ev işleri sizin, çalışıp para getirmekse, bizim işimiz.
Ama kadınlarımızın da duyguları olabileceğini neden asla düşünmüyoruz? İşten eve döndüğümüzde, her şeyin hazırlanmış önümüze konmasını bekliyoruz. Yemek sıcaksa kızarız, soğuksa yine kızarız. Biraz beklesek soğuyacak ama, bu maçoluğumuza ters gelir. Kadınımız kendini parçalamıştır bütün gün evde, bulaşık, yemek, çamaşır, ütü, genel temizlik vs. Ama, bunları hiç görmeyiz, görmek istemeyiz belki de. Yaptığı onca uğraş için bir teşekkürü bile çok görür, “eline sağlık karıcığım, yemekler harika olmuş” demeyi dahi gereksiz görürüz. Çünkü biz erkeğiz.
Yemek masası kurulduğu gibi kaldırılır kadınımız tarafından, biz hemen yan koltuğa çöreklenir yayılırız. Bir elimizde gazete diğerinde uzaktan kumanda aleti. Mutfaktan yıkanan tabak, bardak seslerini duymayız bile. O bizim işimiz değildir ki. Bir erkeğizdir. Bu bizim işimiz değildir ki. Kaç erkek vardır, yemek masasını birlikte kuran, ya da birlikte kaldıran? O üç beş tabak ve bardağı birlikte yıkayıp kurulayan? Kadınlarımıza bu kadar küçük işlerde bile neden asla destek olmayız.
Karizmamız çizilir diye mi korkarız?
Şimdi bunu yeğenime nasıl diyeceğim ben, tüm bunları nasıl anlatacağım? Nasıl diyeceğim ki, biz erkekler hepimiz zaten böyleyiz diye. Haksız mıydı bana “Siz hepiniz aynısınız” derken? Ve siz kadınlar, bizlere, öyle ya da böyle katlanmak zorundasınız mı demeliyim? Kadınlarımız nasıldır bizim gözümüzde? Ne ifade ederler ki? Uğrunda hapisler yattığımız, hani, tarlada öküzün yanına koştuğumuz, sofrada ise öküzden sonra gelen kadınlarımız. Onlarsız bir hiç olduğumuzun farkında bile değilizdir aslında. Kadınsız bir evin, yapraksız bir ağaç gibi kuru ve çirkin olduğunun bilincinde bile değilizdir.
Ve ben, şimdi böylesine çaresiz, yüreğinde tarifi olanaksız acılarla bana gelen gencecik yeğenime nasıl anlatayım tüm bunları? Beni anlar mı, anlayabilir mi? Sanmıyorum... çünkü biz erkekler onlara hep yalan söyledik, söylüyoruz. Onları aldattık, aldatıyoruz. İlk tanıştığımız günlerde çok başka sözler fısıldadık kulaklarına, senin için ölürüm, sensiz yaşayamam dedik. Ya sonra? Sanki bu sözleri söylememiş gibi davrandık, ya da inkâr ettik. Hiçbir sözümüzü tutmadık, zaten olması gereken buydu dedik, çıktık işin içinden. Bazen, oturup kendi annemizi bile düşünmedik, annemizi biraz olsun düşünebilseydik, onu, neden hâlâ bu kadar çok seviyor olduğumuzu anlayabilseydik, kadınlarımızın da birer anne olduğunun farkına belki varabilirdik.
Ana kalbi demiş bilge, neden hiç “baba kalbi” dememiş hiç kimse?
Ana kalbi başkadır, tarifi yoktur ki...
“Vaktin birinde, köyünde çobanlık yapan genç adam, köyün ağasının kızına aşık olur. Ağa duyar, bunu ama ses çıkarmaz. Kızı da sevmektedir galiba genç çobanı. Ağa bir plan yapar kendince, genç çoban, yaşlı anasını çok ama çok severmiş. Çobanı karşısına alır ağa, “Genç adam, kızımı severmişsin ama, benim ağır bir şartım vardır. Kızımı alabilmen için bana, ananın sıcak ve canlı kalbini getirmelisin ki kızımı sana vereyim” der. Düşüncesi farklıdır ağanın, çoban, anasını çok severmiş ya, istediğimi yapmaz, yapamaz, böylece ondan kurtulurum, demiş, öyle düşünmüştür.
Ama, ağa yanılmıştır ne yazık ki. Ağanın sözlerini duyan çoban, fırtına gibi çıkar odadan, koşar anasının yanına. Yatırır, tek söz söylemeden keser anasını, çıkartır göğsünden, yaşlı sıcacık kalbini anasının, alır eline ve, geldiği hızla yollanır ağanın yanına doğru. Hızla koşarken birden, ayağı takılır bir yerlere, kapaklanıyorken yüzü koyun toprağa, fırlar elinden, anacığının, canlı sıcacık kalbi havaya. Ve bir ses duyulur, havada uçan yaşlı sıcacık ana kalbinden, “evlâdım bir yerin acımadı ya!”.
Bu, anamızın, kadınımızın, o sıcacık kalbidir, bizlere seslenen...
Biz erkekler bunu görmeyiz, hissetmeyiz ve duymayız bile.
Çünkü, Biz erkeğizdir!..
ÇIKMAZ yeni
-
Çıkmaz versiyon 3
Yalnızım, Havvasız Adem gibi.
Çaresiz, Balığın yuttuğu Yunus gibi.
Pişman, Habil'i öldüren Kabil gibi.
Ağlamaz, kendi düşen çocuk gibi.
Ha...
6 years ago
No comments:
Post a Comment