Dört gün önce 30 yılı geride bırakmıştım. Artık 18-20 yaşlarındaki kızlar için çekim merkezi olmaktan çıktığım bir yaş grubuna dahil oldum. Gerçi onların yaşındayken bile ilgi alanımda değillerdi ama yine de insan o grubu kaybetmiş olmanın verdiği tuhaflığı hissediyor. Yirmili yaşlarım geride kaldı ve bu süreç sanki biraz hızlı ilerledi gibi geliyor bana. On altı yaşında bir veled iken siktiğimin lig maçlarını şifreli ( tele on idi sanırım ) bir kanalda seyretme zarureti vardı tıpkı günümüzde olduğu gibi. Decoderi olan yerlere de giriş için +18 kuralı geçerliydi. O günlerde 18 yaşında olmaktan daha önemli hiç birşey yoktu benim için. On sekiz yaşına ulaşmam o kadar uzun sürdü ki ucunu göremediği bir tüneldeki yolculuğun kasvetini yaşadım çokça. Maç zamanlarında kahvehanenin önünde, penceresinden skoru öğrenebilmek için ezik ezik bakışlar attığımı, içten içe sahibine en okkalı küfürler ettiğimi hatırlıyorum. O kahveye girebilmek çok önemliydi, sadece maçı seyredebilmek için değil, dışlanmışlık, liyakatsizlik hissinden kurtulabilmek, dünyaya “ artık on sekiz yaşındayım ve siktiğimin yerinde maçı da seyredebilirim, meyhanede bira da içebilirim ve siz büyüklerin dünyasında fink atabilirim” haykırışını yapmaktı aynı zamanda. Ulan kalın kalın kitaplar , dergiler, cumhuriyet okuyor, kendimden 5 yaş büyük sevgili ediniyor, nerede nasıl davranmam gerektiğini biliyor, olgun davranışlar sergileyebiliyorken yaşım on sekiz altı diye adam yerine konmuyordum, neden lan ibneler?
Bir türlü gelmeyen 18. Yıl nihayet nüfus cüzdanımda sirayet ettiğinde , yıllar sanki bu anı bekliyormuş gibi bu sefer tam tersine hızla akmaya başladı : üniversite, master, askerlik, kariyer, yiyişmek , spor, yazmak, düşünmek..bugünlere gelindi. Elde ne var? Maddi olarak bir hiç. Manevi olarak ise kontrolsüz güç: piç!
En son çalıştığım yerde taşaklı bir makamım vardı. Hani şöyle bölüm müdürlerini toplantı masasına toplayabileceğim cinsten. Haftanın en az altı günü, sabah 8.00 akşam 22.00 , inanılmaz bir toplantı, telefon, sorun trafiği içinde çalışılan bir süreç. Resmi ve Dini tatilleri şehir ve ülke dışındaki fabrikaları ıslah etmek için fırsat bilirdik, normal çalışma günlerimizden çalınmasın diye. Herkesin tatil yaptığı bu zamanlarda benim keyif alanım sadece gittiğimiz yerlerdeki hotellerin havuz ve hamamları ile sınırlıydı. Aldığım para öyle bavullara sığmayacak cinsten değildi ama genç yaşta müdür olmuş, yalnız yaşayan, alkolü seven biri için tatminkar düzeydeydi. Grupta yedi fabrika var, aynı anda birçok proje yönetiyorsunuz, re-engineering gibi süreçleri yeniden yapılandırmak gibi meşakatli işlerin yanında bir de günlük planların denetimi, kontrolü, üretimde ve tedarikçilerde yaşanan sıkıntıları göğüslemek gibi rutinlerle uğraşmak eve gittiğimde de gece 01-02 sularına kadar çalışmamı gerektiriyordu. Çalışmaktan kaçınmam, işimi çok ciddiye alırım ama ya hayat? Ya diğerleri? Çalışma arkadaşlarınız, elemanlarınız, hedefler, sözler? Kendi yaşamımdaki diğerler: okumak, film seyretmek, kadınlar, pes, dostlar, seyahat, tembellik? Fikir ayrılıkları sebebiyle istifa ettim. Patronum, sağolsun, beni kararımdan vazgeçirmek için Moldovia’daki veya İngiltere’deki fabrikalardan birine göndermeyi bile teklif etti. Buna kariyerde “vites küçültme” ama insanlıkta “ git kafanı bi dağıt “ denir. Adam benim çok ciddi olduğumu görünce : “ bazen evliliklerde ayrılmak daha iyi olabilir, şimdi ayrılıyoruz ama bu ileride tekrar birlikte çalışmayacağımız anlamına gelmiyor” demişti. Kendisi İngiltere’de büyümüş 40 lı yaşlarında başarılı genç bir adam. Sözün gelişi değil, gerçekten severim onu. Sözün kısası işi bıraktım ve tıpkı eski sevgililerime dönmediğim gibi eski işime de döneceğimi sanmıyorum. 6 yıllık özel sektör kariyeri sonrasında üniversitede hoca olalım bari dedik. Başka bi bok gelmez çünkü elimden. Bakalım birkaç üniversiteye başvurucaz doktora muhabbeti için. Nerden çıktı bu yazıyı yazmak derseniz, sizlerin yüzünden a.q ! Neye karar verdin, başladın mı yeni bir işe, ne yapıyorsun tüm gün evde ? bla bla bla …akrabalarım, anne-babam, ağabeylerim, komşularım, arkadaşlarım kafamı sikiyorsunuz sadece. “ N’olcak oğlum bu böyle? Yaşın gidiyor, evlenmiyorsun, asiliğinden ödün vermiyorsun, bi baltaya sap olmuyorsun ( paralarımı ve konforumu paylaşırken her şey iyiydi a.q )…hayır , sana acıyoruz, mutlu olmanı istiyoruz..” bi siktirin gidin lan !!! Sizin salak oyuncaklarınızla mutlu olabileceğimi düşündüren ne lan size? A.Q yerinde sen evlisin diye, yediğin boku sürüye bakarak meşrulaştırma işine ne zaman son vereceksiniz? Madem beni seviyorsunuz, mutlu olmamı istiyor, mutlu etmek istiyorsunuz lafazanlığı, ucuz kahramanlığı bırakın be…mutlu mu etmek istiyorsun ? sen , kızım, ver bi kere; sen abi aç bi rakı çağır kardeşini sohbete. Anne evlilikten ve değerlerden söz etme. Lanet olası komşular “ işe başladın mı “ diye sormayın. Kardeşim, benden habersiz cv mi veya yazımı bir yerlere gönder, sürpriz olsun. Arkadaşım, sikik sikik ekonomi, siyaset, kpss geyiği yapacağına çadırları alıp ormana kampa gidelim. Hey sen, en iyi dostum! Ananın babanın o sikik, kokuşmuş, çarpık kişilik kusmuklarına maruz kalacağına tüm olumsuzluklara rağmen “ sikerim evinizi de sizi de” deyip vur kapıyı çek git yeni bir hayata. Sevgilim, hiçbir zaman senin istediğin gibi biri olmayacağım, kuşbeyinli kafanda yarattığın biri değilim ben; romandaki adamı istiyorsan siktir git hayatımdan ve romanın en güzel sayfasını yırtıp kukuna sok!!! Hafız , senin de a.q. Hoparlörün sesini kıs biraz!
Sınavlar da bitti napıyorum boş zamanlarımda? Hiçbir dönemde kafelere, diskolara, alışveriş merkezlerine giderek mutlu olan bir tip değildim zaten. Normal değilim diyorum size. Resim albümüm bile yok be! Param yok, zaten hep problemliydi aramız. Cebimde durmamakta ısrar ediyor. Olsaydı dünyayı gezerdim, fersah fersah. Arabam, evim, param yok. Sikimde mi? Değil! Bu dünya için, ülken için, insanlar için ne yaptın diyen ucubeler olacaktır. Çünkü bu hepimize yüklenmiş bir misyon; gece yatağa uzandığımızda üç soru sorulması gerek : 1-Tanrı için ne yaptın? 2- Kendin için ne yaptın? 3- İnsanlar için ne yaptın? Hazır soruları sormuşken hemen cevaplarını vereyim : 1- Tanımıyorum. 2- Kendimi becerdim. 3- Sedef ve Ayla yı becerdim. Daha çok insanı mutlu etmek isterdim ama alet otomatik değil doldurmalı.
Mesela bugün ne yaptım : Germinal-Zola, İnsanca Pek İnsanca-Nietzsche, Ezilenler-Dostoyevski ve Oscar Wilde-Dorian Gray’in Portresi’nden parçalar okudum. Zeliş’le konuştum. Latter Days ve Earhtlings izledim. Birkaç blogdan birçok yazı okudum. E-mule’me yeni filmler, kitaplar yükledim. Jasmyn ile tartıştım. Dedim ki : “keep fingering yourself!”. İki bira içtim. Beş km’ den fazla koştum. Düşündüm. Ian Curtis ve Jeff Buckley dinledim. Sadece akşam yemeği yedim. Osurdum ama bunu kimse bilmiyor. Soyundum. Kırklı yaşlarda da göbekli olacağımı sanmıyorum. Canım seks istedi ama yapacak partnerim yoktu. Bu duruma rağmen evliliğe ve paralı sekse hayır! Nihal ile konuştum, hastanedeymiş 2-3 gündür(hayırsız olduğum için bana kaynadı). Şimdi durumu iyi, geçmiş olsun. Şimdi de bu yazıyı yazıyorum saat 00.15. Tüm gün evde ne yaptığımla ilgili aldın mı cevabını? Vaktini bir bölümünü Akmerkez’de, diğer bölümünü sergide geçiriyorsun diye daha anlamlı ve doyurucu bir yaşamın mı var? Yoksa şu muhteşem kelime mi : “sosyalleşmek”. Tamam, varım. Grup seks yapalım mı? Sen , Acıbadem’de çalışan doktor hatun, birkaç ay önce suratına boşaldığımda , külahtan damlayan dondurmayı yalar gibi gözlerime bakarken hangi statüyü, değeri, edebi güdüyordun? Bakanlarımız bu işi de mi protokollere göre yapıyor?
Burası benim blogum. Yazdıklarımı beğenmeyen ister eleştirisini yapar ister sayfayı kapatır, bu kadar basit. Eski çalışma arkadaşlarım “ aa Nik beyin bu yönünü hiç bilmiyordum” diye aptalca hayretlere kapılmayın. Ona bakarsanız aletimin boyutunu da bilmiyorsunuz. Burada küfrettiğim gibi, yazdığım gibi iş yerinde de mi aynı tarzda davranış sergilemem gerekir tutarlılık adına? Maskelerimizi beş dakikalığına sikip atalım. Toplumda envai çeşit maskeler giyiyor, giydiriyoruz zaten. İzin verin de burada, kendi alanımda sansürsüz ve maskesiz olayım. Siz de olun. Beni eleştirin ama laf giydirmenizi hiç önermem çünkü bu işin piri olsanız bile altta kalmam, bilesiniz. Entelim, dantelim, çok okurum, çok bilirim havalarında değilim. Aptallara ok. Olmalı. Ama aptal olup da kendini bi sikim sanan bacı ve hacı lara tahammülüm yok. Aptallığın sınırını kim belirler mi diyorsun? Elbette aptallığın. Aptal isen aptallığını havlayarak örtemezsin.
Üniversitedeyken üretim hocam tahtada iyi olduğumu, konuları iyi anlattığımı söylerdi. “ Bu sınıftan iyi lojistikçiler, planlamacılar, pazarlamacılar, sistemciler, süreç mühendisleri vs. çıkacak ama içinizden bir tek Nik iyi bir yönetici veya teknik adam olacak” derdi. Blogumu okusa aynı düşünceleri bugün de taşır mıydı? Belki de birçok sığ insan gibi bu uslübu, dili yakıştıramazdı bana. Ya da belki gurur duyardı söyleyemediklerini söyleyebildiğim için. Ben üniversitede bir profesör olsam bunları yazabilir miydim açık kimliğimle? Bilmiyorum. Aklıma gelen Neyzen Tevfik, Nihat Genç örnekleri var.
Kişisel blogları okumayı seviyorum. Avagadro sayısından çok daha fazla şeyler kattıkları ortada. Farklı beyinlerin düşüncelerini , tezlerini okuyup kendi düşüncelerimi sağlamlaştırmayı veya temelsiz olanları elemeyi seviyorum. Obsesif, eleştirel, patlayıcı, şizofrenik ve maskesiz yazılar ilgimi çekiyor. Etrafta o kadar çok ahlak bekçisi, kültür elçisi, düzgün insan var ki farkı görebilmek için turnusol kağıdına ihtiyaç duyarsınız. Genç kızlık zamanlarımızda envai adamlara blowjob yapmışızdır ama bunun kızımıza yaptırılması düşüncesine katlanamayız. Birçok hatunu becermişizdir ama kendi kızımızın becerileceği gerçeğini görmezlikten geliriz.
Yaratıcı bir tip değilim, daha çok eleştirel yazılar yazıyorum. Birşeyden tilt olmam gerekiyor ki yazayım. Blog dünyası şöhretleriyle de haşir neşir değilim. Friendfeed (birazdan üye olup, bakıcam), twitter da kullanmıyorum. Hani birileri çıkıp, “Nik şu konuda yazsana” dese, konu verilince belki hergün yazabilirim. O kadar yaratıcılıktan yoksun bi kazmayım yani. Yeni bir bira açıp Ronaldo’nun maçını seyredeyim.
ÇIKMAZ yeni
-
Çıkmaz versiyon 3
Yalnızım, Havvasız Adem gibi.
Çaresiz, Balığın yuttuğu Yunus gibi.
Pişman, Habil'i öldüren Kabil gibi.
Ağlamaz, kendi düşen çocuk gibi.
Ha...
6 years ago
3 comments:
sabahtan beri uyukluyordum, yazını okuyunca uyanıverdim :)
ben en iyisi gidip öğlen yemeği yiyeyim :))
Aha! Normal değilsin öyle mi?Kesinlikle çok normalsin! Hatta "bayağı" normalsin. Bak bu da bir tercih. Sıradışı görünme tercihi.
Bazı insanlar da kendilerini böyle dışavuruyorlar sonuçta. Her an, "sen bir böceksin" diyen bir düzende, sen kabuğunun üzerinde dönüyorsun ve bunu bir sirk hayvanı gibi, bakın ben normal bir hayvan değilim, gösterisi şeklinde yapıyorsun. Seyirlik olarak başarılısın ve bu yüzden okuyordum ama yem vermeyi yasaklamıştım kendime... :))Dayanamadım ama çok aç görünüyordun...
Normal misin? Normal olmamaya çalışan bir normallik...
İnsan işte :)
@ esti ...yemini afiyetle yiyeceğim.
Post a Comment