Wednesday 5 March 2008

Ortaya Karışık

Uzun zaman oldu yazmayalı. Kalemimin pas tutmuş olma ihtimali olsa da bugün bişeyler yazacağım. Yazmak, seks ve koşunun ardından tüm varlığımla boşalabildiğim bir başka alandır. Bu üç edimde boşalım sonucu ortaya çıkan ürün farklı olsada, tasarım ve nihai kullanım açısından ortak birçok özelliği barındırdığına hiç kuşkum yok. Yazmak bir isyan, bir dışavurumdur benim için, içimdeki patlayıcı moleküler enerjiyi kelimelere döktüğüm! Ne dünya üzerindeki tüm gramerlerin doktoru olmam, ne de müthiş kelime dağarcığına sahip bir hatip olmam anlatmak istediklerimi anlatabilmeme yeterince yataklık edemez. Gördüğünüz ışık ateşin kendisi değil, kıvılcımı olabilir; işte bunun idrakiyle hayata bakanlara akıllı denir bence. İnsan hep bir süzgeç, bir dönüştürücü ( transformer ) olmak zorunda. Anneme farklı anlatmalıyım beni anlayabilsin diye, kız arkadaşıma, elemanıma, yeni tanıştığım birine, farklı kültürden olan birine, daha tanışmadığım birine.... şu malum insan beyni madem o kadar ( ki insanın kendisin de öyle olduğu söylenir ) mucizevi, neden frekans yoluyla, sadece düşünerek karşıya aktarım yapamıyor? Neden onun yapması gerektiği şeyi ben onu kullanarak dil vasıtasıyla yapmak zorundayım? Bu yazıyı okuyan ve okumayan sizler, hepiniz akıllı olduğunuzu sanıyorsunuz, hele hele bunu sertifikalara, diplomalara, sınavlara, testlere veya çok para kazanmaya dayandırıyorsunuz ya, işte acı-komik olan bu! Kısmen de olsa güzel / çirkin olduğunuzu kabul edebilirsiniz, yeteneksiz ve ucube olduğunuzu da ! ...ama aklı kimseye bırakmazsınız, o kadar sizde çok var ki ondan, dünyayı yıkıp tekrar inşa edersiniz yap-boz hafifliğinde. Bir de olayın biz salak olanlar için trajikomik boyutu ise kendi elinizle yarattığınız kutsal (!) kavramlar ve içinde boğulduğunuz fenomenlerin bize karşı bir kılıç gibi kullanılmasıdır. O kadar statik ve berrak kavramlarınız var ki kıçımıza bile girse zevkini süreriz! Müthiş bir duygu kombinasyonu altında yarattığınız çemberin dışında kalanları engizisyon mahkemesinde sallandırsanız onurlandırırsınız ama siz bunu yapmayıp can çekişerek yaşamamıza izin veriyorsunuz. Sizlerin kutsal kavramları var arkasına gizlendiğiniz : aşk, din, vatan, insanlık, kardeşlik vs... Lütfen biri bana anlatabilir mi ne kareşliği, ne aşkı? Bu ülkede en çok kardeşler, akrabalar birbirinden nefret ediyor; birbirimizin yüzünü görmemek için çok çalışıyoruz (!), arabamızın modelini yükseltmek için bir 20 yılı ipotek altına koymaktan hiç imtina etmiyoruz.

Kısa bir gizirgah yaparak gündemdeki bazı konuları ele alacağım bir yazı olmasını planlıyordum ama gene kendimi tutamadım. Üç noktayı ele almak istiyorum; 1-K.Irak Harekatı, 2-Fenerbahçe ve 3-Yoksunluk.

1. Hepinizce malum Kuze Irak'a gerçekleştirdiğimiz askeri operasyon 8 gün sonunda sona erdi. Kamuoyunda envai soru işareti ayyuka çıkmışken , hükümetten, muhalefetten, askeri kanattan ve basından yapılan açıklamaları dikkatli izliyoruz. Dedemiz Bush'un verdiği oyuncaklarla yetindiğimiz bir çocukluğu yaşarken, avrupanın çocuklarına öykünürken kendi arkadaşlarımızı poker oyununda kaybediyoruz. Sizin arkaşınız, benim arkadaşlarım ölürken büyüklerimizin çocukları bizim henüz girmeye hak kazanamadığımız oyun cenneti Avrupa'da oyunlar oynuyorlar, tahtadan ama yaşadığımız ahır kadar büyük sandıklarını 'yeşillik' lerle dolduruyorlar. Sakla samanı gelir zamanı!

Büyükanıt der ki; " Amerika tarafından basılan bir düğme olduğumuzu ispat eden olursa, üniformayı çıkartırım." Malum konu ıspatı pek mümkün olmayan bir kaos zaten, ikincisi üniformayı çıkarmak biz ızdırap olmasa gerek; söyler misin paşam, bunda benim kazancım n'olcak? Sen kimsin ki benim vekilime hesap vermezsin, hainden daha fazla zarar verici ithamı yapıştırırsın? Hadi bu ülkenin insanlarının çoğu tescilli gerizekalı diyelim , peki ama ya olmayanlar? Onları sabun mu yapalım? Sana hesap soranlara hesap vermek senin en asli görev unsurlarınan biri değil midir? Millet sana hesap soruyor, millet! Partiler veya Genel Başkanlar değil ! Nasıl azınlık çoğunluğun tahakkümünde kalıyorsa, sen de bir tek vatandaşın bile olsa sana hesap sorana hesap vermek zorundasın ! Böyle önemli bir konuda dünya önünde böcekleşmenin nesi askeri gereklilik, siyasi taktik paşam? Size o görevi veren milletin vekilleri askeri gereklilik çerçevesine hareket edin diye değil, Türkiye Cumhuriyeti'nin bekasını tehtid eden tarafları etkisiz hale getirin diye vermiştir. Oraya girmenize de çıkmanıza da ancak millet karar verebilir, siz değil ! Siz sadece kararları uygulayacı bir taktisyensiniz, karar verici değil !!! Strateji sanatında uzman olmanız gerekirken yaptığınız bu çaylaklığı bu halk hiçbir zaman unutmayacaktır, evet, bu halkın çoğunluğu gerçekten aptaldır ama bu kadar değil!

2- Fenerbahçe tarihi bir başarıya imza atarak Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek finale kalan sekiz takım arasına girerek hepimizi mutlu etmiştir. Öncelikle futbolun tıpkı din gibi insanlığı uyutan bir araç olduğuna inananlardanım. Fakat böylesi boktan bir dünyada tüm olumsuz koşullara, dengesizliklere rağmen Türkiyeyi temsil eden bir takımın dünyanın en iyi takım oyunu oynayan ve herkesçe favori gösterilen bir takımına karşı 2:0 yenik duruma düşmesine rağmen müthiş bir oyunla zafer kazanması alkışa değerdir. Büyük kulüp olmak sadece kupaları kaldırmak demek değildir, sosyal sorumluklarını yerine getiren, toplumsal olaylara duyarlı, dünyanın gidişinde etkin rol alan bir misyon yüklenmelidir. Bush fildişi kulesinde parmağında dünyayı döndürürken, dünyada açlıktan ölen milyonlarca insan var hala. İşletmeler devlete karşı cığırtkanlık yapacaklarına, salt kar odaklı bir zihniyet yaşatacaklarına devlet ve toplumla birlikte sosyal sorumluluk, sosyal duyarlılık noktalarında yürekten etkin, sadece kar oranları düştüğünde konuşan değil, hiç tanımadığı bir çocuk açlıktan öldüğüne de konuşan iş adamları istiyoruz! Onların serveri bu halkın sömürüsnden elde edilmiştir. Bu dünyada uyumayan insanlar da var!

3- Son olarak kısaca yoksunluktan bahsedeyim. Yoksunluğu kısaca tarif edersem, maddi veya manevi birşeyden mahrum olmak. İstenilen birşeye sahipsizlik durumu diyebiliriz. Bu dünyadan çoğu zaman yapmak zorunda olduklarımızı bazen de yapmak istediklerimizi yaparak, göçer gideriz. Çok istediğimiz birşeyin temelinde fiziksel ve ruhsal bir zaruret olabileceği gibi keyfiyet de yatıyor olabilir, fakat istediğimiz birşeyin yoksunluğu canımızı yakar, normal davranışlarımızı ketleyerek bizi o yoksunluğa angaje eder. Bize öğretilen ve dayatılan kalıplarla yaşamlarımızı sürdürürken mutsuz olan birçok insanla karşılaşmamanız imkansızdır. Bizler hayatlarımızı ebeveynlerimize göre, kültürümüze göre, çevremizdeki çoğunluğa göre düzenlerken hayat da bizi düzer ! Elbette düzülmek her şartta kötü değildir. Neyin veya kimin bizi düzdüğü önemlidir. Burada farkındalık çok önemlidir. Bilinçsiz bir toplum olduğumuz ortada, bize lolipop uzatanların hepsini Noel Baba gibi görme illüzyonuna sahibiz. Konuyu bağlarsam, burada önemli olan yoksunluk hissettiğimiz şeylerin önemi ve önceliğidir. Bir ferrari düşü veya bir kadın hayali bizim için bir yoksunluktur, çünkü sahip değiliz, hayal ediyoruz, beklenti içindeyiz. Ama işte tam da bu beklentilerdir bizi mutsuz kılan. Beklentilerimize odaklanmış otomatik yaşarken, elimizdeki Hyundai'nin veya yanıbaşımızdaki kadının yeterliliğini ve güzelliğini göremeyiz, kabul etmeyiz. Mazda sahibi bir kadın Porche arzulamasını normal kabu ederken, erkeğinin Angelina Joolie'yi arzulamasını ise kabul edemez. Ne ironik! Hayatı çok karmaşık yapıyorsunuz, bence biraz bilinç ve biraz düşündüğünüz kadar akıllı olmadığınızı kabullenmek bu işi kısmen çözer.