Saturday 13 October 2007

Bay/ram

Yoğun iş temposuna aşina olmuş kişilerin 1 günü aşan tatil günlerinde nasıl bocaladıklarını bizatihi yaşıyarak anlıyorum. Bugün bayramdı, yarın da öyle olucak. Yorgunluğumu saat 11.00 e kadar uyuyarak giderdim. Diğer tatil günlerine oranla bir sorumluluk güdüsünün verdiği rahatsızlık hali vardı üzerimde: aile ve akraba teşrifatları hükümlülüğü...

Ziyaretim annemleri çok mutlu etti, ben de bu iki ihtiyarı görmekten çok mutlu oldum; hatta onların bu gözbebekleriyle gülümseyen hallerini görünce gözlerimin dolduğunu bile söyleyebilirim. Yıllar ne de çabuk ilerliyor böyle, zaman tünelinde seyrederken kaçırdıklarımı görememenin aczini yaşadım bu anlarda. Tanrım, neydi bu koşuşturmaca, neyin telaşındaydım bu yerkürede? Kıçı kırık amaçlar, mecburiyetler ve insanlar peşinde giderken, yanıbaşımda benim mutluluğumla mutlu olan, üzüntümle kederlenen bu insanları yok saymışım yıllarca, farketmemeşim bile onları. Hangi sevgilim, gece yarısı eve döndüğümde sıcak yatağından kalkıp bana kahve hazırlamıştır? Kim üzerimi örtmüştür ki soğuk akşamlarda? Tüm adiliklerime rağmen yanıbaşımda kimler kalmıştır? Öptüğüm ellerin sahipleri alelalede insanlar değildi bu bayram; biyolojik yaşı benden önde olanların değil, eli öpülesi insanların ellerini öptüm...

"Yorgunuğumun yaşamak gibi bir anlamı var", yalnızlığımın da dimdik ayakta durabilmek gibi bir anlamı var ! Birilerinin egosunu beslediğin müddetçe baban çok olur ama yem bittiğinde bir piç gibi ortada kalırsın. "Another brick in the wall" ..... hangi çimento beni bağlar ki hayata? Kes artık bilinçsizce sallanmayı, ya adam gibi horon tep, ya da s....r git !

Zayıflığını ve kibrini teknoloji ardına saklanarak gizleyenlerin çağında bayramlar yaşamaya devam ediyoruz : " Bayramınızı kutlar, sağlıklı, mutlu ve sevinçli nice bayramlara ermenizi dileriz" ...... yapma ya? Görevini yerine getirmiş olmanın hazzını da yaşıyormusun? Peki ya senin beynindeki düşünceleri bilenler, sezenler varsa, bunu hiç düşünebildin mi? Otomatik adamların otomatik mesajları...nice bayramlara.erdal&gürdal...keep fucking yourself !

Koca sene bir cuma namazına bile gitmeyen ey siz bayram sabahı camicileri??? Ulan bir sabah da şehitler için erken kalkın be, cami yerine gidin amerikan büyükelçiliğinin önüne de " damn with your strategical partnership " deyin. Bir sene de bırakın gün adamı olmayı; anneler günü, sevgililer günü, sevişme günü, bayram, seyran, kıyamet....s.....n gidin lan bu sanal dünyanızdan, kırılma indeksinize; bütün çürümüş niyetlerinize sokayım!


Kızım sen de s....r git çeyiz biriktirmeye, kıçını öptürmeye ! Pardon, artık çeyize de gerek yok, sen kıçını dolgun tut, evi dolduracak birini bulmak kolay. Ananın verdiği çetikleri de yak gitsin, demode zihniyetlerin tarih olmuş geleneklerine sıç gitsin; üstüne de bok yaz ünlemi de olan!

Mutlu bayramlara...

Sunday 7 October 2007

DEŞİFRE !!!

Üniversite yıllarımda kazandığım en iyi dostlarımdan biri, bana 3 yıl boyunca ulaşmak için envai yöntemler denemiş. Bunlardan bir tanesi "google" da arama yapmak. Daha üç gün önce tesadüfen karşılaştık fomara meydanında; bir iyi dostla karşılaşmanın tadını hiçbirşeyde bulabileceğimi sanmıyorum. Sözün kısası, google daki arama sürecinde benim yazılarımın başka kişilerce izinsiz olarak kullanıldığını söyledi. Başlarda umursamadım, koyverdim; fakat bugün gördüm ki bu sadece bana yapılmış bir haksızlık değilmiş. Üniversite yıllarımızda yerleske.net çatısı altında yazarlık yapan arkadaşlarımın da yazılarının isim verilmeyerek kullanıldığını gördüm. Hadi beni s....r edin ama bu arkadaşlarım benim için çok değerliler ve inanılmaz yetenekli ve üretken insanlar. Bu onları öyle bir duruma sokabilir ki; sanki o şahıs değil arkadaşlarım onun yazılarını izinsiz kullanmış zannı.... işte buyrun:

http://www.netlarus.com/kayipdefter/friends/page9/ şahsın rumuzu : COLERAA

Bana ait olan yazılar : Doğaçlama yazılmış bir yorgunluk, Ödeşeceksiniz, Rijit Sevişmeler,
Endless'e ait olan yazılar :Yaş/asaydım, Neden ölüm neden?
Pedher'e ait olan yazılar : Zaman


Bunlar görüp, fark edebildiğim yazılar. Coleraa kardeşim yazılarımızı ancak izin alarak ve atıfta bulunarak yayınlayabilirsin. İşin kolayına kaçmayarak, biraz çalışarak üretken olabileceğine inanıyorum ama son olarak sana "fuck off, bullshit" diyorum.

... ve bitirmeden yakaladığım birkaç kişiyi daha deşifre edeyim :
http://www.ircyorumlari.net/showthread.php/rijit-sevi-meler-18-1384.html rumuz : Rainman, şahsın adı : Selahattin ERDEM ( soyisimle paralel bir eylem ) adam sayemde teşekkür bile almış

http://www.sevgilimolsun.com/forum.php?s=3&sx=detay&sid=4&ad=A?K&kid=81&ad2=Rijit%20Sevi%C5%9Fmeler&sayfa=0 rumuz : arda_scout

http://www.plat-forum.org/forum/archive/o_t__t_2748__%C3%96de%C5%9Feceksiniz.html rumuz : kenan


Hadi " Rijit Sevişmeler " yazım yerleske.net 'te 7000 kişi tarafından okunarak rekor kırdığını bilerek, türkiye çapına yayıldı ama ya diğer yazılarım ve arkadaşlarımın yazıları? Bunlar sadece tesadüfen yakalayabildiklerim....internet kullanımı anayasada yer almalı ve yaptırımları caydırıcı olmalı diye düşünüyorum.




İyi Pazarlar
Nazmi Şentürk

Sunday 30 September 2007

Cuma(e)rtesinin ertesi

" Reality is merely an illusion, albeit a very persistent one " A.Einstein

Bugün pazar olmasına pazar da, benim için salı veya perşemeden tek farkı 8 saat uyuyabilme lüksüne sahip olabilme şansıdır. Bugün içimde bir heyecan yok, dışımda da yok! Ruhsal orgazmda tavan yaptığım eylemler artık beni tatmin edemiyor. Duyamıyorum saka seslerini, göremiyorum doğa ve kadın güzelliğini. Başı kesik adamların eskrim yaptığı; ve onların etrafında toplanmış olan diğer adamların kan taslarını havada tuttukları ve kafaları olmadığından g.tleriyle güldükleri flu bir dünyada bitkisel hayat sürüyorum sanki. Bu sekronize kafasızların dünyasında bizlere sunulan yaşam alanının metrekaresi sekseni bile geçmez; bir oda, bir salon ve bir de g.t !

Neyin şikayetidir lan bu !? Kadıyı kadıya şikayet etmek..... senin farkın ne? Aynı düşünce ve kültür çanağından beslenen kütlenin bir atomu olarak, kovalent bağ kurduğun elektrona olan serzenişinin kıymet-i harbiyesi nedir? H...iktir git gidebildiğin yere kadar; balık ol , su ol, ne s...m olursan ol ama adam olma ! Yıllar önce beslediğin umutların seni piç etti işte ! Hangi umudun, hangi hayalin, hangi kadının yanında şimdi? Akıllı bir adamın yapabileceği en büyük aptallıkları bir bir yaptın sen. Git şimdi kendini fazla s..tirmeden ! Mühim olan hangi kucaklara oturduğun değil, yüzünde gamzeler açıp açmadığıdır; hatta iki gamzelinin bir araya gelmesi daha makbuldur, bunun için yazar / oyuncu olmana da gerek yok.

Birini becerdiğimizde onun da bizi becerdiğini neden anlamayız, anlayamıyorum. Sevemiyorum hayatı sindirella / polyanna pembeliğinde ve hafifliğinde yaşayanları. Ulan insanız hepimiz, isteklerimiz, arzularımız aynı ! Sana diyorum kadın! Sergilediğin kıçını ellemek isteyenler elbet olacaktır, neden garipsiyorsun ki bunu ? Seni cinsel obje olarak da, şiit teması olarak da, anne olarak da , hepsi olarak da görenler dünya yuvarlak (!) oldukça olacaktır, ne var bunda? Madem kafanız çok çalışıyor, gidin Einstein veya Nietzsche olun da sizi, olmayan .aşaklarınızdan öpeyim! Şiir gibi konuşursunuz ama bok gibi yaşarsınız. Bununla da kalmayıp size sıçtığınızı söyleyenlere de gard alırsınız. Ama güzelim sen anatomik olarak insan olmaktan başka nesin bi sorsana kendine? Profesör olsan ne yazar, orospu olsan ne yazar! Sevilmek ve sevmek istiyorsun, bi tane olmak istiyorsun ama asıl ideal olanı elde etmenin zorluğunu bildiğin için önüne gelen kötülerin iyileriyle birlikte oluyorsun. Ve aşk.... bakıyorum da hepiniz aşıksınız, hepiniz yanıyor, hepiniz Leyla veya Mecnunsunuz. ..bazen de Dink oluyorsunuz o ayrı mesele...

Ulan bana ne sizin aşkınızdan ya da aşktan kardeşim ! Benim egomu besleyen, gece üstümü örten, iyi sevişen, sohbet edebilen, sıkılabilen, beni kaybedebilme ihtimalinin bilincinde olan bana somut bişeyler verebilen, paylaşabilen şeye aşk derim ben...yoksa Julia Roberts da, Angelina Joolie de hoş hatunlar....

Böyle temasız yazılar olunca dağılıyorum ben. Hafta içinde kafamı çok çalıştırdığım için hafta sonuna çalışan biryerim kalmı.....bi dakka çalışan yerim kalıyor ama sıklıkla terk ediliyorum ya, o yüzden onu kullanabilmek için bu memlekette 6 ay beklemen lazım; önce seni iyi tanıyacaklar, evlenebilinecek bir potansiyel olarak görecekler vs... malum bizim bildiğimiz kızlardan değiller onlar. Biz hiç bir kitapta, filmde rastlamadık böyle profillere. Ben hiç " bildiğimiz kızlardan" biriyle tanışmadım hayatım boyunca, öyle biri olduğunu iddia eden birini de duymadım hiç..ilginç; topyekün cennetlik bi kütle olmalı benim toplumum; takıyye yapmıyorum, hadi ordan !?...

Artık ne futbolda, ne kitap okumada, ne yazmada ne sevişmede ve hatta ne de fizikte eskisi kadar iyi değilim. Hayatım iş oldu. Genç bir genel koordinatör adayı olarak, yaşlı müdürlerin husumeti altında kalsam da umurumda değil çünkü artık bir zamanlar hayal ettiğim yaşam bana çok uzak. İş dışında sarılacağım bişeyim yok ki hem ! Hayatıma giren her kadın beni su sandı, kaplarına gireceğim.....ama yavrum olamaz ki. Senin kıçın garantide, onu alacak bir salak her zaman bulunur ama ben çalışmak, çok çalışmak, işimde en iyi olmak zorundayım!!! Sen benle birlikte olmak niyetindeysen bunu bilip buna göre davranman gerekirdi. Ben seni 24 saat şımartıcak jöleli aylaklardan olamam ki, 7/24 boş zamanım olsa da olamam... neden sen benim peşimde koşmuyorsun? Neden bir gece evime gelip bana yemek hazırlayıp sürpriz yapmıyorsun? Neden geçmişimdeki kadınara takılı kalıyorsun? Neden iyi niyetli ve samimi değilsin? Kusura bakma güzelim kıçını cilalıyacak adamlardan biri değilim ben. Bir ilşkiye başladığımın ilk üç gününde anlarım zaten sonunu ve bu yüzden ben yalnız bir hayat sürebiliyorken sen/siz süremezsin/iz.


Son olarak, geçmişteki yazılarımda daha sık yazmaya çalışacağımdan dem vurmuştum ama inanın bana buna vaktim hiç omuyor, o yüzden müdavim okuyucularımdan özür dilerim. En kötü ihtimalle pazar günleri yazmaya çalışacağım tıpkı bugün gibi.

Yanlış olan benim bu dünyada, yanlışlamam veya doğrulamam sağlanacaktır zamanda. İyi tatiller


"It is dangerous to be sincere unless you are also stupid." B.Shaw

Wednesday 22 August 2007

High Hopes

Even Nietzsche had said " Hope is the lastest badness, it makes torture longer " ; Hoping sometimes works to escape from your depression. When you are in bad mood because of economics, social and psychological problems, you begine loosing your self-confidence, which put you in deeper depression. On adding that, your communication with others are able to interrupted. I am not neither a dreamer nor utopian but sometimes, however, dreaming and hoping is neseccary for all of us, even for Nietzsche too; we need that for keeping our psychological health. I mostly think that i am a shizophreniacal event. In fact, i am both detailer and tactless. Despite I do it somewhat abundant a day, nevertheless i think over why we shake hands! and sometimes i don't care about anything: family, relatives, job , future, marriage , darling , problems and so on! Anyway, i don't wanna put this writting in psycho-analitycal manner.


Well, a new beginning refresh our power of both ability and creativity. While i am writting this post right now, feeling myself better than yesterday. Tomorrow is a new day, which is also a new beginning. I live in my own world but this doesn't mean that i am not effected by others. I really hate to face answering like that " this is your right, you think whatever you wanna think " ! Bullshit, what a fucking answer it is ! There is just unique right on the earth ! You can comment on this reality in different way, you can see whatever your ego wanna see but you can't run away from the reality! In the end, it will find you. Ordinary brain has three answer to camouflage his stupidity. first of them : "This is your opinion, everyone has his own right (true)". Second : "most of all people think the same, which makes it right". last of them : "to be silent ! keeping on looking at you as if you are an alien"

As last, time is going by. Make your brain bright. One consented being an insect, no have right to complain. The life is not only what you see from your window out. By the way, I am not saying those about you, don't be offended, you are too perfect to be wrong.

Pink Floyd is the one of my best bands. Despite my favourites Pink Floyd song are " Wish you were here ", " Lost for words " and " Hey you "; i love " High Hopes " very much too. So please listen to it while you're reading this article. here is its lyrics :

HIGH HOPES

Beyond the horizon of the place we lived when we were young
In a world of magnets and miracles
Our troughts strayed constandly and without boundary
The ringing of the division bell had begin

Along the long road and on down the causeway
Do they still meet there by the cut

There was a ragged band that followed in our footsteps
Running before time took our dreams away
Leaving the myriad small creatures trying to tie us to the ground
To a life consumed by slow decay

The grass was greener
The light was brighter
With friends surrounded
The night of wonder

Looking beyond the embers of bridges glowing behind us
To a glimpse of how green it was on the other side
Steps taken forwards but sleepwalking back again
Dragged by the force of some inner tide

At a higher altitude with flag unfuried
We reached the dizzy heights of that dreamed of world

Eneumbered forever by desire and ambition
Theres a hunger still unsatisfied
Our weary eyes still stray to the horizon
Though down this road weve been so many time

The grass was greener
The light was brighter
The taste was sweeter
The nights of wonder
With friends surrounded
The dawn mist glowing
The water flowing
The endless river








Forever and ever

Tuesday 21 August 2007

Aşk ve Sevgi Kavramları Üstüne ( Possion and Love )

"Kadın olsun, kitap olsun cildine aldanmayıp içindekilere bakılmalıdır." Cenap Şehabettin

Az önce uyanmamın sebebi kabus veya karabasan değil. Okul ve çalışma hayatımda ortalama 6-7 saat uyuyan biri oldum. Bir uykusuzluk ( insomnia ) son zamanlarda baş göstermiş olabilir. Bunun altında da hem derin etkileşimlerin hem de bazı yüzeysel etkilerin yattığını düşünüyorum. Konumuz " psikanalitik hayıflanmalar " olmayacak elbette. Sert bir kahve ve yumuşak bir Anathema ikilisi eşliğinde başlıyorum yazıma. Sabahın bu saatinde bu konuyu seçmiş olmamın aşk acısı çekiyor ve bu durumun müsebbibine "kaynama" ihtiyacı duyduğumu gösteriyor olabilir. Yazının sonunu getirdiğinizde cevap(lar) alacağınızı ümit ediyorum. Hala aydınlanamadıysanız, AK Partiye başvurun; o size bir ampul yakar !

Öncelikle bu iki kavramın birbirlerinin yerine ikame edildiğini, hacimsel ve derinlik olarak karıştırıldığını görmekteyim. İngilizcede her iki kavrama da karşılık gelen sadece " love " kavramı vardır. " To be in love, to fall in love " kavramlarını türkçedeki " aşık olmak" kavramı ile eşlenir çoğunlukla. Ama ben bu eşleşmeyi " passion " ve " love " olarak yapıcam ve nedenlerini detaylıca anlatıcam.

" Mutlu Aşk Yoktur " demiş Aragon, gerçekten de mutsuz aşkların tarihine baktığımızda " Mutlu Aşkın Tarihi Yoktur " kilit cümlesine geliriz. Ben aşk'a " cinsel sevgi " veya " kızışma süreci " demek istiyorum. Ve böyle yaparak çok eminim ki aşka kutsiyet ve olağanüstülük bonusu yükleyenleri sinirlendirip karşıma alıcam. ( İşte bu yüzden düşün ve yazın hayatını çok seviyorum ) Onların düştüğü en büyük yanılgılardan biri de ' sevgi ' yi, ' aşkın ' öz-alt kümesi olarak görmeleridir. Onlar için aşk, sevmekten daha büyük yer kaplayan, daha önemli ve a-priori bir kavramdır. Sevişmek fiilinin sözünün bile edilemediği, leyla-mecnun masallarıyla kafaları ütülenmiş bu büyük kütlenin aşkı ulvi bir kaba sokması gayet normaldir aslında. Ve bunun sonucunda aşk kavramı sevgi kavramı üstünde tepinme şerefi kazanan, sakat bir düşünce doğmuştur. Aşk ! Müthiş ses, müthiş heyecan, 7' den 70'e herkesin sorgusuz ortak paydada buluştuğu sihirli kelime. Aşkın mantığı yoktur denir, matematiği ise hiç yoktur herhalde! Normal zamanlarda yaptığınız bazı şeylerin toplum nezdinde yaptırımı olurken, bu aşk için yapıldığında engizisyon mahkemeleri tatile çıkabiliyor. Çünkü aşk ilahi bir kavram gibi görülüyor. Bunun bir de kurumsal fanusa sokulmuş olan evlilik hali de var ki; bu yazıda buna hiç girmeyelim. ( "Bilge olan evlenmez. Evlense bile aşkın vehimlerine kapılmaz... Bir uygarlığın yetkinliği ve insanlığı ancak kardeşlik ve sevgiyle olasıdır." ) " Platonik aşk " diye bir kavramımız da var. Burda taraflardan biri, diğer tarafın haberi olmadan veya bilgisi dahilinde onu karşılık bulamayacağını bile bile aşkla sevmeye devam eder. ( umut olmadan, bırak aşık olmayı sürdürmeyi, ağda bile yapmaz oysaki ) Hele hele büyük bir aşk yaşamış olup, kişiyi ölümle veya herhangi bir yolla kaybedip de nadasa yatan aşıklar var ki; çok ilginç sosyolojik ve psikolojik çalışma alanı olacağı aşikardır. O aşktan sonraki her talibine sanırım " arslan yatan yere ben köpek bağlayamam " karşılığını vermektedir.

"Büyük insanlarda, liyakat sahibi olanların kendilerini budalaca aşka kaptırdıkları görülmez. Büyük ruhlar ve büyük işler aşkla uzlaşmaz" F.Bacon

Sevgili hayatı eften püften yaşayan milyarlarca insanım, aşk dediğiniz şeyi bu kadar abartmanıza hiç gerek yok. Çok kolaydır aşık olmak ve tıpkı osuruk gibi dağılıp gitmeye de mahkumdur ! Bir çift yeşil göze veya dünyanın en güzel gözü eşeklerdedir'e, güzelliğe, kalçaya, konuşma tarzına, gülümseyişe, dizide karizma rolü oynamasına, bunların hepsine veya listeye ekleyebileceğimiz envai şeylere aşık oluyorsunuz. Aşık olduğunuz insan için herşeyi yapmayı göze alırsınız, o kadar cesur ve vericisiniz yani (!) Herkes verirken alır, almayı ümit eder. Benim nezdimde bazı kavramların içi boştur; örneğin fedakarlık kavramı. Nedir anlamı; başkasının mutluluğu, iyiliği, güzelliği vs için aslında yapmak istemediği şeyi yapmak ve bu konuda külfet altına girmek. Breh breh breh.... ' hiçbir insan, maddi veya manevi kendine dönük bir çıkarı olmadan kılını bile okşatmaz, kıpırdatmaz '. Çok zorlama kendini. Güzel, alımlı, çekici ve seksi hissettiğin zamanlar beklentin büyük olucaktır. Brat Pitt gibi yakışıklı, Baban gibi sevecen, Küçük İskender gibi yazan, Bill Gates gibi kazanan, O'neil kadar büyük aleti olan, Ahmet Altan gibi romantik birini istiyceksin, ama zamanla, boynun büküldükçe beklentilerini kısacaksın. Boşluğa düştüğünde, çift gördüğünde hüzünlenmeye ve ana avrat sövmeye başladığın bir dönemde önce Brat Pitt gidicek, sonra baban, Küçik İskender, Bill Gates, Ahmet Altan....en sonunda O'neal a razı olacaksın! Ve aşk da zaten bu ; seni en iyi becerebilecek olan insanı yatağa atma sürecine aşk denir. Ayşe Armanınki gibi kutsal aşktan bahsetmiyorum, her sevgilisini görme zamanı geldiğinde karnında karıncalar hissedebilen cinsten ! Ulvi ve Tanrısal aşka inananlar, size sesleniyorum. Keep to please fuck yourself ! Öyleyse çekin ellerinizi ellerimizden, çekin dudaklarınızı dudaklarımızdan, göğüsümüze yaslanmayın, bedenlerimize dokunmayın, altımızda zevklenmeyin ! Gidin ve yaşayın kutsal aşklarınızı ama lütfen tüm bunalımlarınızı, sözüm ona pozitif düşüncelerinizi ve pembe gözlüklerinizi de alın yanınıza. 10 kızdan 7 si profil oluştururken, "...aklı bacak arasına kaçmamış biri..." diye Warning tabelası asar. Bu çok komik ya, hatta buna içerleyip de bir sürü şey saydırabilirim ama yapmıycam, cevabım aforzimam olsun : " aklımız bacak arasına kaçmamış olsaydı, kozmetik endüstrisi olmazdı, kıçına g-string giymenin bir anlamı kalmazdı, tekstil ve moda dünyası diye bişiy olmazdı, çiçekçiler, gün tüccarları iflas ederdi, annen ve baban olmazdı ve en önemlisi birbirimize ihtiyacımız olmazdı"...sanırım bu cevabım yeterince tatmin etmiştir sizi, etmediyse gidin sevgiliniz/kocanız/partneriniz ile birkaç posta sevişin, o da mı yok? please keep fingering yourself ( You man! That's not for you, you should fuck your hand, have fun! ).
Sabah sabah bu enerjiyi de nerden buluyorum? Kadın(lar) tarafından beter edildiğim için kin mi kusuyorum? Hayır, kadınları seviyorum, erkek erkeğe topluklar yok olsun. Kadın bedenini, kadın fizyolojisini, kimyasını, aklını seviyorum, kadın olgusunu seviyorum. Ben burda mantığa, sakat düşünceye, kavramların işe gelir şekilde kullanılmasına ve karanlık kalmış yanlara dikkat çekmek istedim. Hayatımda bir çok kadın var; annem,kız kardeşim, eski sevgilim, dostlarım, arkadaşlarım, sadece seviştiklerim.... birbirimizi kandırmayı bırakalım, bazı gerçeklere de şirin kavramlar vererek işin içi yüzünü anlaşılmaz ve karışık hale getirmeyelim. Aşk: öpüşmek, sarılmak, el ele tutuşmak, sevişmek isteğidir. Aşk cinsel sevgidir. Aşkın %99'u cinselliktir.

Hepimiz egomuzu besliyoruz ve lütfen birbirimizi kandırmayı keselim artık ! TEMA ya karşı değilim, ağaç dik! Yaşlıları ziyaret etmene karşı değilim, olabildiğince yap ! Arada sırada aptallık yapmana da karşı değilim, yap! Ama lütfen sevgiyi aşkın alt kümesi olarak görmeyi kes artık! Birçok insana kolayca aşık olabilirsin, bulutlarda uçabilirsin ama sevebilir misin? Sevgiyi bilir misin? Zor olan sevmektir, aşık olmak değil! İlk egonu incitecek sözü duyduğunda seni bırakıp gitmene aşk izin verir, ama sevgi öyle değil! Sevgi emeği, paylaşımı, saygıyı,karşındakini anlamayı, aklı, mantığı, sıkıntıyı, derdi, hüznü, sevinci, dostluğu, sekliği, gerçeği barındırır. Sevmek kolay değildir. Onun içindir ki şeyimizi sallasak aşık insana denk geliriz ama nadiren gerçekten seven insan görünce irkiliriz, şaşırırız, mutlu oluruz. Sevgi bulaşıcı ve dinamiktir. Sadece bir kadını sevmekten bahsetmiyorum; bir çiçeği, kediyi, mevsimi, şairi, resmi sevmek de dahil konumuza. Umarım anlatabilmişimdir iki kavram arasındaki farkı. Her eve bir bilinç lazım.


"İnsanlara kendi akıllarına saygı duymaları ve cesur olmaları telkin edilmeli ve kendileri için arkasından koşması gereken hayallere gereksinimleri varsa, doğruluk, iyilik ve barış sevgisini benimsemeleri öğretilmelidir" Henri D. Holbach


Monday 20 August 2007

Bilingual

Şimdiye kadar yazdığım yazılar belli bir sürecin, araştırmanın ve üzerinde çokça düşünmenin ürünleriydi. Tabiri caizse bir nevi " ağır yazılar " misyonu yüklenmiş yazılar yazmaktayım. Obsesif ve patlayıcı dışavurumsal bir üslup kullanıyorum. Bazı yazılarımda , şayet RTÜK okusa, sansür uygulanacak alanlar çoktur. Fakat ben RTÜK ya da onun alt organına tabi biri değilim. Yazılarımda isyan, eleştiri, küfür, haykırış, başkaldırı ; kısacası hayatımda cereyan eden her düşüncenin, duygunun ve dışavurumların izleri olacaktır. Hangi hissiyat ve fikrin başat olacağı konu ve haleti ruhiyeme bağlıdır kuşkusuz. Elbetteki RTÜK veya ahlak gurularının değil, kendi süzgecimden geçirdiğim yazılar yazar ve yayınlarım! ' Düşündüğünü özgürce ifade edebilme ' hürriyetine daha yeni kavuşabilmiş hatta kısmi kavuşmuş ülkemde, ' özgürce düşünmek ' gerçeği ne zaman hasıl olacaktır. Dikkat buyurunuz - " özgürce düşünmek " diyorum, düşündüğünü kahve köşelerinde veya gün(ler)de ifade etmekten bahsetmiyorum. Bundan bahsetmek feodal yapıdan, demokratik toplum yapısına geçiş tarihsel kronolijisine dönmek gibi bişiy olur. Kendini yeryüzündeki en kutsanası varlık olarak gören insağolu; bir taştan ne üstünlüğün var sorusuna ya da klişe olan hayvan- insan farkını ortaya koyma sorunsalına çoğunlukla şöyle cevap vermektedir : " Aklımız ve duygularımız var, düşünen ve bu doğrultuda hareket eden tek canlıyız."
Buyur burdan yak ! Aklı ve duyguları varmış ( şempanze ve yunusların da var ), bu yetmiyormuş gibi düşünüyor ve bunu üzerinde bir de eylemlerini inşa ediyor. Ne şirin! 24 saat sevgilisini düşünmeyi, akşama ne yemek yapıcam diye düşünmeyi, hamile kalma dönemini ayarlamayı, kız arkadaşının regl döneminin hangi gün biteceğini hesaplamayı, yazın yaklaşmasıyla çok beğendiği bikiniye götü nasıl sığdıracağını düşünmeyi, " kurtlar vadisi " mi yoksa " seni anan benim için yaratmış " dizileri arasında seçim yapmayı " düşünmek" olarak sayan zihniyetlerin hükümet seçmesine çoğulcu demokrasi deniyor. ( hangi yola sapsam beni siyaset sokağına götürüyor )

Düşünen canlılarmışız.....hatta ve hatta düşünen insalar ! Hem insan hem de düşünen kavramları yanyana gelince müthiş bir kombinasyon ortaya çıkmıyor mu ? Hem " düşünen " ve hem de " insan " olan insanların olduğu bir yer var mı acaba? Hmm, elbette var : Özgürlükler Ülkesi Amerika !!! Dünya özgürlüğünün ve selametinin yılmaz koruyucusu Amerika(!). Konudan konuya geçiyorum, kafanız karışsın biraz. Daha geçenlerde Amerikalı olup, japonyada rock müzik yapan bir arkadaşla msn üzerinden konuşuyordum. Hatırladığım kadarıyla alkollü ve depresiftim o gün. Tıpkı burada ve sohbette olduğu gibi konu yine siyasete ve Buşa geldi. Buşa kim diye soranlar olabilir: bu yanlış anlaşılmaya sebebiyet veren benim keza özel isim olan Buştan sonra gelicek olan eki ayırmam lazımdı. Hay hay, ayırıyorum ; Buş - a . ( if you read this post Mr. Guard of the World, lovely Bush , forgive me or you can send a rocket towards me, shhht i'll give coordinate to you, don't worry ). Sohbetini ve müziğini sevdiğim de bir arkadaş, kendisi grupta vokalistir , Amy Lee gibi yani. Syd Barret demek isterdim ama cinsiyet ve tarz benzemiyor. Toparliyim, konu Buşa ve siyasete gelince beş dakika içinde: rude, sterotypical, scarcastic, disrespectfull ve negative sıfatlarını hak kazandım. Demiş olduğum şey de :

- " i hate Bush too, fucking he and his fucking dogs still keep fucking the world every day! ". Buraya kadar kendisiyle hemfikirdik. Sıfatları kazanmamı sağlayan diyalogun başlangıç kısmı :

- " well, actuallt i know Americans well. They are so insensitive people acting like childish ( most of them ), who dont know anything about other culteres, countries, people and genuine humanity! ...freedoms countries. bullshit, fuck it ! It's just an utopia for ones who need to fuck others in order to survive!!!" Olay bundan sonra koptu:

-" O insanı siz seçtiniz, ona oy vermemiş olsan bile, onu ve politikalarını değiştirmek için hiç bişey yapmıyorsun, çoğunuz sadece diskoya gidip, alabildiğince alkol yüklenerek kıçınızı sallamayı ve sonrasında alkolsüzken bile uyuşmuş olan beyinlerinizle tüm deliklerinizi dolduracak partner veya partnerler bulup sabahlamayı düşünürsünüz" dedim ve bu ağır oldu sanırım. Sıradan beyinlerin başvurduğu sloganlara başvurdu o da; bunlar senin gerçeklerin, bunlar senin düşüncelerin, ne düşünmek istiyorsan onu düşünüyorsun vs :

- " her yerde bozuk, kötü insanlar vardır, nerede yaşadığı önemli değil, onları tecrit etmek mühimdir, konuyu değiştirebilirmiyiz ? " cevaben :

- " elbette her ülkede böyle adi insanlar, hırsızlar, katiller, yalancılar var; fakat dünyada milyarlarca insanın bildiği bir gerçek var: sadece Amerika dünyanın patronuymuş gibi davranıyor! Ama tartışmanın sonunda aslında benim korkunç değil, çok tatlı biri olduğumu ama nedense agresif ve karamsar gömlek giydiğimi falan söyledi. Siyahı severim! Buradan alınacak mesaj ne diye soruyorsun di mi? Ya da " aslanım, amma konudan konuya zıplıyorssun, sen sirkte ateş topundan atlayan değil, ormanda hür düşünenleri temsil eden aslansın". Son tahlilde hayvanım yani :)

Şimdi geleyim sonuç kısmına. Girişte anlatmaya çalıştığım da tam buydu. Artık sadece " ağır yazılar " değil, böyle spontane ve karmakarışık yazılar da yazıcam. Elimden geldiğince daha sık yazmaya çalışıcam vaktim el verdiğince. Bilgi verici, ansiklopedik tarzda yazılar yazmak tarzım değil. O gün içerisinde, o anda hangi konu üstünde yazmak istiyorsam yazıcam. Saçma sapan bir yazı, bir mısralık aforizma, bir şiir, duygu patlaması da olabilir veya elbette bir makale veya üstünde uzunca düşünülmüş derin bir yazı da olabilir. Yelpazem geniş olacaktır. Burası benim uydum ve onu seyretmek isteyenler dürbünlerini hazırlasınlar. Son olarak da gerek doğduğum ülkeden, gerekse diğer bir çok ülkeden yazılarımı okumak isteyen arkadaşlarım var. Bunun için ingilizce yazmam gerekiyor ve bundan sonra ingilizce yazıcam diye de karar vermiştim düne kadar. Fakat bu kararımdan envai nedenlerden dolayı vazgeçtim. Buna istinaden yazılarım çok uzun olmaz ise veya vaktim yeterli olursa, yazılarımı hem türkçe hem de ingilizce yazıcam. Benim için çok zaman alıcı olucak biliyorum ama elimden geldiğince buna uymaya çalışıcam.
Yeni yüzümüzle, gazamız mübarek olsun !

Tuesday 14 August 2007

Thinking for the Existance

Well, it was so complicated subject and also my poor english is not enough to explain what i think about it ! Moreover, my brain and language might be not enough either Most of young people, who are between 14 and 27, think the life is just consist of going to disco, drinking a lot, doing sex and so on. They don't have any responsibility creating better world, sharing feelings and problems of others. They think just to have fun, spend their time by dancing , acting as if has right to do all. They don't participate responcibility of improving their country's and world's condition. But they are always at most of front to criticize goverment and people who try to do their best .

If you are an insect, no right to complain of being crushed! You don't vote, you don't have any responsibility, you don't clean front of your house but you always want everything! Don't you think there is a mistake? there is a illogical case? Come on, wake up and take responsibilities of your life! The life doesn't mean it is only fun , going to disco or falling in love. Of course , those are very important for our life. As sex is something not everything, those are something not everything.

You have to find out yourself. You have to contribute of building better world ! I can't see spirit of 68 any longer. Anyway, i wanna finish this writting by Pink Floyd's words : " so, so you think you can tell Heaven from Hell, blue skies from pain.Can you tell a green field from a cold steel rail? A smile from a veil? "

Thank you for reading .

Friday 27 July 2007

Otomatik Adam

Bu yazımı yayınlamada ikiliyorum. Neden taze bir tane yazmıyorum? Belki üşeniyorum, belki fikirlerim beynimden parmak uçlarıma kadar gelmemekte diretiyorlar, belki.... Bu yazının sesleri hergün beynimde çınlıyor. Türkiye'de uzun zamandır yaşanan toplumsal, siyasal ve etnik durumun temel dinamiklerinden biri olduğunu düşünüyorum "otomatik adam"ın. Ekonomimize, eğitim sistemimize, insan haklarımıza, demokrasimize vs. bok atmaya devam ediyoruz. "Halk" kavramına ne "siyasetçi", ne de "aydın" toz kondurmuyor. Ticari cenahın ağzında sakız olan " Müşteri her zaman haklıdır" sloganı, siyasetçi ve aydın kesim tarafından " Halk her zaman haklıdır" olarak kullanılmaktadır. Yazarlar satış sonuçlarına etki edecek kitaplar üretmekte, medya reytingleri tavan yapacak programları sunmakta, siyasi partiler halkı kutsarken, bir yandan da ceplerini doldurmakta; siyasileri başlarının üzerine alan seçmenler ise, benim liderim "şimdiye kadarki en cesur ve iyi lider" kısır tartışmasıyla inmiş perdenin arkasındaki realiteyle; ancak ellerinde ekmek, aş, don kalmayınca merhabalaşmaktadır. Duyuyorum, okuyorum son zamanlardaki olayların nedeni "ekonomik" etkenlermiş. Doğrudur, ekonomi çok önemlidir, para önemlidir. Paran var ise yıllarca oluşturmaya çalışacağın değerler, üzerine "bir günde" giydirilir. Eğer Murat 124' ün var ise lokantacı seni gördüğünde " bu herif kesin çorbacı" alayıyla adam yerine koymaz, sokaktaki gelgit halindeki insanlar seni farketmezler bile. Polis bile seni durdurup " çorba parası" keser. Oysa eğer bir cipin var ise lokantacı önüne kırmızı halı serer, sokaktaki yığın seni saygıyla ve hayranlıkla izler, polis senin yolunda rahat seyredebilmen için sana yolu açar, ekmek götürmeye çalışan isnanların yolunu kapayarak ! Sorun ekonomik evet , fakat sorunu ekonomik olarak düzeltmeye çalışmak sorunu çözmeyecek , sadece erteleyecektir. Sorun sistemdir.Biz, insanlar bu dünyada yaşamı çok daha farklı ve yaşanası kılabilirdik. Bahsettiğim komünizm-kapitalizm seçimi değildir. Biz dünyayı daha yaşanabilir değerler ve gerçeklikler üzerine inşa edebilirdik. Para ve mülk elde etmek uğruna, herşeyin mübah göründüğü bir zihniyet çöplüğünün mimarı bizleriz ! Bir yerde sanatın, doğanın, insanlığın güzellikleri yerine, paranın güzelliklerine tapınma hakim ise benim söyleyebileceğim şey:" Otomatik Adam" dır. Ne zaman kendimizin lideri olmayı öğreneceğiz? Ne zaman koyun psikolojisinden kurtululacağız? Ne zaman başımızdaki çobanın neden orda olduğunu gerçekten idrak edeceğiz?

Bu yazıda bir tarif olmayacak. Açıklamalar, eğer yeterli olursa, sizin zihninizde karakter canlandıracak. Bu karaktere uzak olmadığınızı düşünüyorum. Hatta o her gün karşınıza çıkan ve konuştuğunuz biri dahi olabilir. Onu uzaklarda arayanlar hakkındaki düşüncelerimi de son kısımda belirtmeden geçemeyeceğim. Ama şu anda bu kişiliği kafanızda oluşturmaya başlamayı çok istiyorum.

Doğum kadar her sağlıklı bireyin başına aynı şekilde gelen başka bir doğa olayı yoktur sanıyorum. Doğuma baktığınızda aslında bireyin dış dünya ile ilk iletişiminin gerçekleştiği an da denilebilir. Olaylar bu gerçek üzerine kurulur. Basit bir olaydan sonra kişilik gelişmeye devam etmektedir. Çünkü çoğu psikoloğa göre kişiliğin gelişimi ana rahminde başlamaktadır. Buna kanıt olarak ikizlerin doğum evveli ve sonrası durumları gösterilmektedir. Ana rahminde hareketli olanın, doğum sonrası da karakterini sergilediği gözlenerek bir sonuca varılmıştır. Ben kişiliğin ne zaman gelişmeye başladığı ile ilgilenmiyorum. Kişiligin benim tabirimce bilinçsiz dönemde de nasil geliştiği beni ilgilendirmiyor. Burada bireyin engelleyemeyecegi bir seri davranış yüklenmesi bulunmakta ve bunları alıp almama hakkında inisiyatif kullanamamakta.

Konunun buraya gelmesi benim bireyin bilinçli düzeyine ne zaman geldiği konusunda bir açıklama yapmamı gerektiriyor. Bilinçli düzeye gelmek izafi bir kavram değil, bireyden bireye değisen kriterleri barındırmıyor. Burada ne kadar geniş bir çerçeve çiziyorum, anlamanızı bekliyorum. Bir sokak satıcısı ile bir iş adamı arasında bilinç düzeyi - ya da olgunluk diyebiliriz - açısından bir farklılık oluşturmuyorum. Yaşamları, aldıkları kararlar farklı,karar mekanizmaları farkli olabilir. Biri diğerine göre mantık ya da duygu tarafına daha fazla yatmış olabilir ama bunlar hiçbir zaman otomatik insan olmama konusunda bir özür sayılamaz. Bu bilinçlenmeye bir yıldırımın çakmasi gibi bakilabilir. Nerede nasıl olacağı belirlenemez. İnsanlarla iletişim ve daha önemlisi etkileşim sırasında varoluşçu bir yaklaşıma kayarken gerçekleştirilen id'lerin geneline bakildığında belirginleşen bir olgudur. Id olarak ele alınan ise, insanın kendini geliştirmesi sonucunda yapısında var olan temel davranış biçimlerine ne denli hakim olduğu ve bunlari ne ölçüde değiştirebildiğidir. Bu kültürle değişebilecek bir yapı degildir, bu kazanılmaz da. Fark ederseniz burada bir çelişki de doğar. Eğer insanın kendini değiştirmesi kendine katamadığı ve kendini değiştiremediği bir kanaldan oluyorsa insanlarda kalıtımsal bir şekilde ortaya çıkan bir durumun başta iyi olmadıkça, sonra nasıl iyileşmesi beklenilebilir. Burada kabullenmek, her zaman kabullenmektir. Yeri gelir bir paradoks bile çözülebilir. Bu mantığı geliştirmeyen biri kendi yolunu iyileştiremez. Paradoks kavramini bilmek bir fayda getirmez, yalnız bu tür bir durumun varlığının bilincine varabilmek getirebilir. Paradoks kavramının bilincine varılması için de kültür seviyesinin yüksekliği bir etken sayılamaz. Sadece olaylara baktığında, onları derinlemesine gören bir bilinç yeterlidir. Paradoksu insanlar her işlerine katarlar.

Buradan basit insan; tanımıma girmek, açıklamaların sağlığı açısından yararlı olabilir. Bu tür kişiler bence en eğlenceli ama bir yandan da en sıkıcı kişilerdir. Söyleyeceklerinin ve yapacaklarının hepsini kisa bir tanışma evresinden sonra hemen tahmin etmeye başlarsınız. Hatta bu tür birisiyle işiniz varsa onun cümlelerini tamamlayarak işinizi çabuklaştırmaya çalışırsınız. Fakat genelde bu sizden üst düzeyde bir yetkilidir ve siz de bu ikilemi içinizde hissedersiniz. Yapmanın gerekliliği ve yapamamanın yaptırıcı unsurlarına boyun eğme durumunu kabullenme. Sonuçta sizin söylediğiniz olmaz, onun söylediği hiçbir risk taşımadığından dolayı başarılır ve size biri gelir içinizdeki o gel-giti hissettiğini belli eder derecede bir hayat dersi verir. Bunun sizin içinizde firtına koparmasına izin verirsiniz. Sinirlenirsiniz ve bir dahaki sefer için beklersiniz. Buna sebep olanlar "basit kisilerdir". Hayattan alacakları daha doğum ertesinde bitmiştir. Raydaki tren gibidirler. İyi bir gözlemci için büyük hareketleri çok belirgin seçilebilir.

Basit insanı tanimak bize ne kazandırdı. Havuzun içindeki çogunluğu tanımış olduk. Bu kadar basit mi? Evet. Bu alt yapıda insanlarımız (çoğunluk) farklıyı kendisine benzetme çabasına girerler. Kendi acizliklerinin nehrinde akarken birisinin kurtulmasını istemezler. Bunun sebebi ise birisinin kurtulmuş olmasi onlara yeteri gayret gösterdikleri takdirde kendilerinin de kurtulabileceğini hatırlatacaktır. Kıskançlık ve hazımsızlık onları nehirlerinde sürüleri arasinda güvende hissederken huzursuz ediyor.

Simdi "kurtulmus insan" tanımıyla ne demek istediğimi anlatmak istiyorum. Madem ki basit insanin tekamül etmişi oluyor, onu da bu spekturum içinde tanımamız gereklidir. Aslında bu insanları gözlemlediğinizde taklitçi olduklarını görürsünüz ve kişilikleri diğer kişiliklerden kopyalanmış özelliklerle doludur. Bu şahıs kendisinden kompleksleri nedeniyle daha üstün gördüğü kişiliğin bir özelligini bünyesine katar ve o kopyaladığı karakteri sergilediği durumlarda ona bürünür. Böylelikle kişiliği bölünür, bölünür ve ortada kendi diyebileceği birisi kalmaz. Ama toplama olan bu karaktere bakıldığında çoğu zaman dengeli bir çizgi sergiler. Hatta vaktinin çogunu yanında geçirenler dahi onun bu yapida biri oldugunu anlayamaya bilirler. Bu sihir, anlik bir şahsiyet sergilemesi ve kontrol dışına kaçan, ya da sızan bir alt benliksel dışavurumla dağılıverir. Her şey çökmüstür. Bu o kadar bariz bir sivriliktir ki bir anda etrafında insan kalmaz. Ne olduğu, nereden geldiği, kültür seviyesi bir anda belirginleşir. İnsanlarin aklındaki "acabalar" yerine oturur ve kişi multi çöküş yaşar. Artık "O" her şeyi yapmaya "muktedirdir". Siz de ona her şeyi yaptırabilirsiniz. Sizin otoritenizin kölesi olmaya can atmaktadır çünkü bir otorite eksikliği içindedir. Kurduğu her sey çökmüş ve ilk gördüğü modelden tekrar başlamak ihtiyacındadır. Bu da onun, yaşadıklarından hiçbir ders almayarak hayatına devam ettiğinin göstergesidir. O zaman bu kişiliğe "kurtulmuş" demenin anlamı nedir. Bu kişilik etrafının farkına varmıştır! Boş insan gibi değildir. İnsanları basitçe sınıflandırma yeteneği vardır. Kim faydalı, kim değil ayrırımı yapar. Ama üst bir bilinçle de çok güzel yönetilebilir.

Demek ki sıra kurtulmuş insandan sonra "üst bilinçleri" tanımaya geldi. Kurtulmuş insandan farkları onların bir tanedir ve bu özellikleriyle bir yol aldıkları söylenebilir ve bu yol da onlari farklı bir kategoriye yerleştirmeye gider. İnsan kullanabilme yetenegi. Kendi geçtikleri yoldan ya da gözlemlerinden kazandikları ile diğerlerini amaçlarında kullanırlar. Gerekirse kitaplara başvurup inceliklerini de yakalama eğilimlileri bulunur. Ama hepsi komik tiplerdir. Bu özelliklerini gözlerinde o kadar fazla büyütürler ki en zayıf yanları bu olur çıkar. Buradan içlerine girip, onları anlamadan dahi onları yönlendirebilirsiniz ve bunun için çaba harcamanız gerekmez. Sadece bu yanlarını okşamanız yeterli olacaktır. Size enteresan kapılar açarlar. Ama sadece bu kadardırlar.

Evet, benim gözlemlerime göre toplumumuzda en yüksek seviyeye kadar bulunan bütün insan tiplerini şu ana kadar inceledik. Şimdi sonuç kısmına gelmek ve konuyu kapatmak zamanıdır. Bu yazıdan bir seyler almak için bundan sonrası önemlidir diyebilirim.

Basit insan tanimında kendinizi, basit insanın tüm hareketlerini önceden fark edecek kişi olarak kendinizi hiç gördünüz mü bir an için, ya da basit insanın yukarıda bahsi geçen susma ya da konuşma ikileminin ne olabileceğini anlayabildiniz mi? Birisinin davranışlarına, sizin rahatınizı bozacağını hissederek müdahale etmeyi "düşündünüz" mü? Bir insana en düşük seviyede dahi olsa, kolay olabildiği için, bir şeyler yaptırmak hiç "içinizden geçti" mi? Insanları kullanan üst bilinçteki insanları okurken, onların bu yanları okşandığında, onların da zayıf olduğunu hissettiğinizde yüzünüzde hafif bir tebessüm belirdi mi?

Eğer bunlardan birini bile yaptıysanız, siz otomatik insansınız. Toplum sürüsünün bir parçası. Bu saydıklarımın bazen hepsi, bazen de hiçbiri bile değilsiniz. Yani en kötüsüsünüz. O kadar kendinizi geliştirecek kitapları ve öğretileri kendinize katmışsiniz ama otomatiğe geçmişsiniz. Yani toplum size ne yapmanızı söylüyorsa aslında onu yapıyorsunuz şu an. Buna şiddetle karşı çıkıyorsanız dahi bunu toplumdan gelen, "birisi fikirlerini bozmaya çalışıyorsa REDDET!" içgüdüsüyle yapıyorsunuz. Siz yoksunuz. Sizin yerinize toplum var. Bedeninizi hareket ettirip belki bir şeyleri özgün yaptığınızı düşünecek kadar acizsiniz. Ama bir de biz varız. Bu yazıyı yazanlar. Sizin içinizi harfleri büyük olan bir kitap gibi okuyanlar. Hiçbir gizliniz, bizimle karşılaştığınızda saklayacak bir mimiğiniz ya da göz ifadeniz olamaz. Her şeyinizi anlar ve bunu anladiğımızı size hissettirmeyiz. Siz en coşkun modunuzda ne yaparsanız yapın. Biz sizden ayrılırken, yine böyle birine rastlayıp eğlendiğimizi düşünürüz.

Az olsak da variz, ve siz bizi seçemezsiniz!

Sunday 22 July 2007

Seçim Manifestosu




"İnsan ruhu yaptığı seçimlerle belirlenir. F.Nietzsche"

Bugün Genel Seçim var. 85 seçim bölgesinde 7.395 aday çoban olmak için yarışacakmış. Türkiyeyi ve türk halkını müreffeh bir geleceğe götürecek olan iktidarı ve maşalarını seçme günüdür bugün. Bu zat-ı muhteremlerin eğitim durumları şöyle imiş :
4.086 sı üniversite / yüksekokul , 2.369 sı lise / ortaokul ve geri kalan 940 ı da ilkokul mezunu imiş. Profesöründen tutun da emeklisine, ev hanımından tutun da kebapçısına kadar geniş bir aday yelpazesi var. Seçmenden oy dilenirken " Urfanın etrafı duman" söyleyeninden tutun da, mazot ve öss yi kaldıracağını söyleyenlerin bulunduğu seçim curcunasını bugün nihayete erdirmek üzereyiz. Mitingler yapıldı, hediyeler (!) ve bayraklar dağıtıldı; günlük 100 ytl benzin parasına arabasını parti hizmetine sunandan tutun da, genç ve yakışıklı diye 40 derece sıcaklık altında miting alanına koşan insan yığınlarının belirleyeceği bir yönetimi biz bugün hak (!) edeceğiz.
Çok renkli mitinglere şahit olduk; meclise girmesi muhtemel olan partilerin genel başkanları çok yoruldular kendilerini ve hedeflerini halka anlatmaya çalışırken. Buna mukabil bağımsız adayların mitingleri ise daha kıyaktı; örneğin benim bu civarda mini etekli adı sapı bilinmeyen şarkı söyleye(meye)n kadınlar eşliğinde millete hizmet vaad eden bağımsızlardan tutun da, ipi sapı Apo'ya kadar giden bağımsızların yarıştığı bir seçim arefesini arkada bırakıyoruz. Miting alanlarında, ya da çeşitli medya kanallarında partilerin kendi programlarını anlattıklarına pek şahitlik edemedim doğrusu. Birbirlerine bok atmaktan veya geçmişe atıfta bulunarak prim yapmaya çalışmaktan vakit bulamamış olsalar gerek. Fakat lütfetmişler, web sayfalarına parti programlarını koymuşlar, en azından oradan okuyabildik, sağ olsunlar !

Muktedir halkım , gene her zaman olduğu gibi en optimumunu (!) seçecektir. Üç partili koalisyon şimdiden hayırlı olsun milletime! "keep being fucked" doktrini altında, önümüzde aydınlık ve ferah bir beş yıl(dız) bizi bekliyor. Gelin size naçizane bir analiz yapmaya çalışayım, hem böylece bendeniz, daha kararını verememiş biri olarak, analiz sonrasında hedefi belli bir insan olarak klavye başında kalkarım, who knows?

AKP : En çıtır, en körpe partimiz. Geçen seçimlerde tek başına iktidar olma kudretine nail olmuş, makro tablolara baktığımzda da başarılı bir 5 yıl geçirmiş bir parti izlenimini çalışma partneri medya desteği ile seçmende yaratabilmiş bir partidir. Yaptırılan anketler ve bu yolla halkın ajite edilmeye çalışılması da cabası. Beyin takımını, " hadi ordancı Erbakanın" milli görüş okulundan yetişmiş şahsiyetler oluşturmaktadır . Erbakan tüm hayatı boyunca din ve siyonizm üzerinden bir siyaset güderken, artık evine Recai Kutan ve birkaç koyunu gütmek üzere çekilmiştir. Siyaset sahnesinde hala sandalyeli ve silüet olarak yer aldığına bakmayın, o artık malulen emekli. Ama işi iş, Uzan ya da "iş aş bu sefer haydar BAŞ" tan biri iktidara gelirse, emekli maaşı 2.000 ytl, harca harca bitmez ! Normalde bir cami derneğini bile yönetemeyecek bir insanın Meclis başkanlığı yaptığı, adaletin sadece mazgalları cilalamak olduğunu sanan bir adalet bakanının, asıl kendisini eğitim ve terbiyeye ihtiyacı olduğu halde eğitim bakanlığı yapan ve bir de bunlara mollalarla, şeyhlerle, iş adamları ile beyin fırtınası seanslarına katılan bir başbakanı eklersek, kadronun ne kadar da liyakatlı olduğunu rahatlıkla görebiliriz (!). Sayfalar dolusu yazardım ama yerimiz mi dar ne ?

MHP : Ari türklerin partisi, ulu ve saf insanların cemaati ! Kandan ve kafatasçılıktan beslenen bu muhalefet partisinin meclise gireceği açıktır. Ülkücüyüm çok şükür diyenlerin % 14 oranında oy alacağını sanıyorum. Bozkurtlar şimdiden çiftleşmeye başladılar bile, hayırlısı olsun ! Meclis çok şenlik bir yer olucağa benziyor.

DP : Fiyasko bir birleşmenin ayakta kalan çocuğu ! Yıkılmadım , ayaktayım imajını veren Sülo'nun partisi. Derin devlet - MİT tecrübesi olan, emniyette paşalık yapmış bir lidere sahip şimdi DP. Menderesin DP'sini canlandırmaya çalıştığını, o ruhu yakalama çabasında ve hatta ve hatta o ruhun devamı olduğunu Ağar,kendileri ifade etmişlerdir. İdam sehpaları çürümemiş olmalı....hadi bakalım sağ-sol culuk oynayalım. Barajı kuvvetle muhtemel aşacaktır. Hükümet ortaklığı şimdiden hayırlı olsun. Bir yıl içinde terör gündem maddesi olmaktan da böylece çıkmış oldu, yaşasın idi !

CHP : Müzmin muhalefet; ebedi şeflerin, hizipçilerin partisi ! Ulu önder Atatürkün kurduğu en köklü siyasi parti. İnsanın canı acıyor, içi gidiyor..böyle büyük bir insanla özdeşleşmiş bir partinin ayaklar altında olması, ahalinin "Baykal'ı hiç sevmiyorum" diyerek partiyi reddeder bir imaja sahip olması ne yazık bir Atatürk hayranı olarak beni üzüyor. Parti ön plana çıkartması gerektiği sol gömleğini çıkartmış, hatta donunu bile çıkarmış olarak birkaç yaşlı takımının şefliğinde uçuruma gidiyor. Bir şansı var : tepki oyları, gün AKP yi devirme günüdür oyları onu uçurumdan kurtarabilir. Ama iktidarı ele aldığında , köklü ve radikal değişimleri yapmak üzere genç ve liyakatlı beyinlere parti devredilmez ise, sonunun Ecevitin DSP si gibi olması içten bile değil. Ecevit ruhunu da CHP ye kattıklarını, vicdani rahatsızlığından dolayı Ecevitin ölümünden sonra, özür mahiyetinde dile getirebilen Baykalın hangi öze sahip olduğunu hep birlikte göreceğiz. İktidarın hayırlı olsun ve bu senin son şansın !

Diğer partiler ekstrem olup, baraj altında kalacaklarından dolayı, onları mevzubahis etmiyorum. Burda Genç Parti için de bişeyler demeden geçemiycem, milleti ve ülkeyi soymuş olup ta tekrar çaldıklarını millete iadeyi ziyaret maksatlı dönmek isteyen Uzanın aslında vaatleri bir nevi yapılabilir bulunabilir. Örneğin mazotun 1 ytl olacağı maddesi. Doğru olabilir. 1 ytl nin üstündeki mevcut marjı milletten çaldığı ile finanse edebilir! Adının Genç Parti olması ve de genel başkanının ütopik siyaset anlayışına sahip, genç ve yakışıklı olmasından dolayı partisin % 8 -9 larda oy alacağını öngörebiliyorum. Kebapçı da onlara katıldı zaten, servetinin de % 30 unu halka vermeye amade üstelik ( % 70 i ona kalsın canım , o kadar türkü söyledi, kafa patlattı ). baraj dışında kalanlar gerçeğiniz kutlu olsun. Please dont hesitate fingering yourself ! kisses

"Kendi alevlerinizde yanmaya hazır olmalısınız: önce kül olmadan kendinizi nasıl yenileyebilirsiniz? Nietzsche"

Çok fazla uzatmadan yazımı noktalayayım. Bu arada şu anda kararım netleşti. Alternatifler arasında bir çoban seçmemiz gerektiği ortadadır. Koyunluk vazifemize, egomuzu incitmeden, vatandaşlık sorumluluğumuz diyerek sandıklara akın edebiliriz, ettik de ! Birilerinin pirzolalık eti olmak bizim demokrasi anlayışımızdır zaten. Çoğunluğu tatmin etmek, bir nevi sosyal mastürbasyon yani; ama bunların hiçbiri beni henüz boşaltamadı, orgazm uzak bana..'çek Mustafa çek çek, hayat hep böyle çekmekle mi geçecek' ...

Bu bir Seçim Manifestosudur, beğendiğim parti ve kişiler olmadığından, seçme hakkımı seçmeyerek kullanmak istiyorum. Eyvallah!

"Kendi alabileceğin bir hakkı, bırakmayacaksın sana vermelerine. Nietzsche"

Thursday 19 July 2007

Tevellüt


"Ne denli yükselirsek, uçmak bilmeyenlere o denli küçük görünürüz.F.Nietzsche"
Bugün birilerinin hatırlatmasıyla yirmisekiz (28) yılı geride bırakmış olduğumu öğrendim. Geride kalan sadece yıllar mı oluyor, tartışılır. "Şimdi" de, geçmişin nostaljisi ve geleceğin hayali olmadığı bir an'dayım; zamanlar arasındaki tünel köprünün tam ortasında çırılçıplağım...değilim, üzerimde boxer , elimde bira şişesi ve hoparlörlerden yükselen " Hareket Vakti ( Umay Umay ) şarkısının sesi var. Bugün kandilmiş, bayrammış, doğum günü imiş umurumda değil ! Boşluğun gondolunda sallanıyorum; ritimsiz, yitimsiz ve amaçsız. Başımı vura vura çarptığım duvarların metafiziğini kanıksadım artık. Alnımdaki kan pıhtılaştı ve şekil değiştirdi. Kendi benliğimde mülteciydim; parolojik bir yanılsamadan ibaretti "şimdi". Senkronize olamıyorum toplumla. Onlar için pesimistik olan bir bakış, benim için gerçeği ta kendisidir ! Hayatın tadını çıkarmak, ne demekse ! Sanki üzerinde tadını muhafaza eden bir jelatin var herdaim çıkarılmayı bekleyen. Ya paketin içindeki kokmuş, çürümüş ve porsumuş olanların birileri için hala tad özelliğini barındırdığı gerçeği mümkün müdür?

"I will survive" ....amfetamin etkisini gösteriyor. Bira beni kesmiyor, Nietzsche de öyle ! Nem-alkol oranı yüksek, şizofreni seviyesinde belirli bir artış söz konusu...Tanrının komiserliğinde üflediğim promil aleti tavana vurdu. Yanıcam ben, öbür tarfta yerim şimdiden kiralık konak ! Oysa, oysa bu tarafta kuru-pilav yiyebileceğim bir çadırım bilem yok, belki de varlığım bilem yok! Ah aysız gecelerde olur ne olursa, suladığım çiçekler soluyor !

"Gerçekten de hayatın anlamı olmasaydı, ve ben anlamsızı seçmek zorunda olsaydım, bence de seçilesi en anlamlı anlamsızlık bu olurdu. F. Nietzsche"

http://www.yerleske.net/makale970.html

Bugün 28 yılı geride bırakmışım. Ben uçuş modundayım, kedinin ise canı cehenneme! Kuşum zaten öldü, diğer kuş ise beni serüvenden serüvene sürüklüyor. Merak ederim acep hangisi asıl kaptan diye; beynim ile dikbaşım arasında müthiş bir liderlik yarışı var. Metazori yapılanların hayatımı işgal ettiği bir süreçteyim. Beynim beceriliyor, duygularım zaten antik lahit !

"I'm so lonely. And that's ok. (alt: 'cause today )
I shaved my head. And I'm not sad, and just maybe
I'm to blame for all I've heard. And I'm not sure.
I'm so excited. I can't wait to meet you there.
And I don't care. I'm so horny. But that's ok. My will is good. Nirvana"

Biram bitti, yenisi açmalıyım. Bugün benim doğum günüm, iyi değilim bugün......

"Ben, iki insanın daha yüce hakikatı bulmak için, bir ihtirası paylaştığı bir aşk düşünüyorum. F.Nietzsche"



Wednesday 4 July 2007

Kapanan Telefon


Bu gece olduğu kadar,karşı cinsten birinin söyledikleri bana hiç bu kadar koymamıştı.

...çalan telefonu(kimin aradığını bilmemin güveniyle) herzamanki sakinliğim ve sıradanlığımla açmışken,konuşma sonrası tam bir hezeyandı.Zaman mefhumu beni artık sınırlamıyordu vede sonsuzluk artık sonsuz değildi.Benim saatimde şimdi bir dakika altmış saniye etmiyordu. Kalbim inanılmaz acıyor,sanki içinde mangal yapan birilerinin mevcudiyetini anlamamı ister gibiydi.İnanılmaz fiziksel bir acı...acının tüm anlamları vücut bulmuştu bu an...Tanrım bu nedir?Öncü olduğunu bildiğim bu tarifsiz acının artçıları da olacak mıydı? Sudan çıkmış balığa dönmenin pratiğini mi yapıyordum.Oysa şu ana kadar hep balık olmayı istemiştim...

Gelen bu tarifsiz acı beraberinde tarif edeceğim bir çok yaşanmışlığı da yaşanmamış kılıyordu.Durduramıyordum kalbimdeki sızıyı.Aklım daha önce hiç karşılaşmadığım bu durum karşısında işlevini yitirmişti sanki.Peki sevişme anını ben belirleyemeyeceksem benim şu an şişme bebekten farkım neydi? Bağışıklığım yoktu.Hiçbir aşı ben mikrobunu yalıtamazdı ki içimden!

...idmansızdım.Daha evvelinde deneyimleyemediğim bu bilinçdışı acının kaynağı neydi?Domine olan kişiliğimin dibe ittiği diğer kişiliklerimden birinin bağımsızlığı mıydı bu? Kalbim,yumurtadan dışarı çıkma zamanı gelmiş timsah yavrusu gibi göğüs kafesimi kırmak istiyordu.Düşünce denizimde düşünecelerim öylesine birbirine girmişti ki ortada duran deniz fenerinin bir fonksiyonu kalmamıştı.Artık ben farklı bir bendim.Bir insanın aynı nehirde iki kere yüzememesi bu muydu?Savunduğum ve övündüğüm birçok şeyi anlamsız kılıyordu bu sancılı anlar. İlk defa kendimi bu kadar kontrol dışı hissettim.Aklımın insiyatifi eline alamayışı beni var olan tüm kırıklıklara uğrattı.

...uyuyamıyordum... Yazdığımın,fiziksel acımın daha da ötesi aklımın acizliğinin idrakındaydım en şiddetlisinden.
...Yazamıyordum...

Acıtmamıştı beni hiçbir ölüm,ayrılık,sevgisizlik ve haz bu akşam kapanan telefon kadar.Kalbimin ağrısı o kadar basınçlıydı ki,sanki aklım koordinasyon yetisini kaybetmiş durumdaydı.İmpulslarım yörüngesiz ve imansız,sanki mahşer telaşındaydılar.Nefesim acıma paralel bir ritimle seyrediyordu ömrümün en uzun akciğer yolunda. Kendime her 'güçlü ol,rasyonel ol' telkininde bulunuşum aslında kalbimdeki acıya atılan bir katalizörden başka birşey değildi.Hep sevdiğim fakat şimdi,şu anda küfrettiğim karanlık,hiç bu kadar kapkara gelmemişti bana.Dışardaki lanet olası cırcır böceği hiç bu kadar sinir bozucu cırcır etmemişti.Lambanın ışığı beni bu kadar utandırmamıştı baskın yediğim mahrem anlarında bile.
Evet,artık eski ben ölmüştü.Maskem düşmüştü.Kendimi dışardan bu kadar net görebilmek ve güçsüzlüğümü gizlemiş olduğum kamuflajımın görüntüsü acımı kalbimin tekelinden kurtararak diğer organlarıma da nasiplendirmişti. Acı artık tüm bedenimdeydi.Acıyı hissetmiyordum çünkü onunla bütünleşmiştim.Ben artık acıydım...bedenim umurumda değil,ruhum ise iflas etmiş durumda. Artık acı yok çünkü ben acıyım...uyuyordum yoksa uyanıyor muydum?

Tuesday 19 June 2007

Kıyamet

Derin derin soludum bugün seni
Oysa sen,sen..Öldürdün beni
Önce yeşil sülfür dumanı olup burnumdan içeri yavaşça süzüldün.
Değdiğin her yer kor ateşler
Ciğerlerime indin
Beynime, kalbime her yerime ince ince sızdın
Hücrelerim seninle doldu
Bilemezsin,canım ne kadar acıdı.
Ama seni bir kere içime çekince, bırakmak mümkün olmadı.
Sonra boynuzlu kırmızı gözlü bir şeytan
Yaralarımda ateş gülleri
Kucağımda bir çocuğun kesik başı
Ağzımda henüz etleri seğiren kalbi.
Bana nasıl kıydın ..
Daha da sonra, dönüştüğün şey
Eğer günlere dökülürse,
Kıyamet

Saturday 5 May 2007

Kayıp İlanı


Düşüncelerimi kaybettim, hükümsüzdür ! Bulanların en yakın mezarlığa gömmelerini salık veririm.

Sarkaç Kırığındaki Ceset


Kedi uykusu cam\

Taş ağaç gölgeleri böler.Ölü martı kanatları ruhunu emmek için huzursuz bir telaşla birbirine sokuluyorlar.Yağmura saklanabilecekmiş gibi saydam,saklanamayacak kadar ve de.Ayaklarının çekilişini yürümemeye çalışarak kutluyor. Seyretmedim...sadece bir kırıklığın dokunduğu yerlerde kanserleşmiş tabakayı uzaktan tanıdım.Uyuşmuş dokular irini serbest bıraktı.Akıl sayfalarına vurulan kilit ...yaşam maddesi içinden hortlayan kuyu... Manasız ve ağır bir kareden diline tuz olup yağan...tamıtamınalıkta ses haddini aşmasaydı...sakin mecazında çok şık dururdu. İlaçlayıcı:Kara bir kutunun içine saklanan çürük çöp arabaları gelince anlar cenazenin tümü bu ve vakit-nasıl bir rüzgar eser...

Zift tarayıcı:Güneş, gümüş yeleleri öldüren at. Uyku:Havadaki silinti her kaygıda kazanılan yeni ağır kuş,imlasıdır suya miras bıraktırılan gölgenin. Felsefenin iliğinde ölen karga\ Yaylı sazlarıyla konuk güz,körkütük anlamaları deşiyor.Oysa anlam katı,kaygan evrende dilin erdiğinde boynunu kırdığıdır.Bütün seslerin dışındaki küme,yani toplamda henüz ölümün uğramadığı bir ölüm sessizliği.Ve her zirve bir düşüşün aksiyle ispatıdır. Boşluğa dönüşümlü kelimeleri özenle sessizlikten çek.Aralıksız sırala, ciğer ciğere dursun sözler.Yokluğu anlatmanın ayrık aracısının aracılığında özdil yerde yatıyor.İnsanlığının yarı hatırlanır parçaları, hani pek de uyumsuz bulunup sınırdışı edilmişlerdi ya, uyuşmuşluğun tehdidi kendinden ve kendinde ürüyor....uyuyamamanın ve uyanamamanın kararsız bünyesinde her şiir bir şairi bir kaç kez ölümle kırıyor... ....tüm cümleler yorulduğunda, tüm adımlar kurcalanıp kurcalanıp yarım bırakıldığında... sonra sus! Öyle ki sessizlikten dişlerin dökülsün. Sarkaç:Kafanın içsel yamuğu. Diş:Soğuk mermerdir zaman,uzanıp kaldığın...ve kendi kendini kemirişinin analitik yorumu. Eğikliğin kesik ucu:Camın kendiliğinden yerleştiği anlam.


Kendi aklında kan emici\

Ayağa kalkmasının tek sebebi var:tekrar düşebilmesi için ayağa kalkması gerekmeseydi düşmeyi daha çok severdi.Ayrıca böbreklerini döktüğü bir çukur zaman,yeniden yeniden ölemiyor.Ölü doğduğuna dair sanısı gereği,sadece bir kadavra olarak yürüyor.Ağzından dökülen kurtlardan nesnelere ilişkin anlamlar çıkarmaya çalışıyorlar.Anlamak istedikleri için değil elbet,daha az korkabilmek için.Oysa o korkusuna dokunarak ilerliyor,çaprazına gerili otopsi masaları için yazılmış oyunlardan korkusuna asılarak çıkabilirdi ama kan görmeyi seviyor.Aklını emerek büyüyor.Hiçbirşey bölünerek çoğalıyor.Adını bilenler çağırdığında sadece hatırlamıyor.... Çıkışa yönelik bütün parçaları çiğneyip geriye tüküren demir toplar,yazı kilometrelerce uzak sanki. Onların hatırlamadan öğrenebildiklerini öğrenemiyor.Mesela, merdivenleri inerken ki ustalıklarını borçlu oldukları şu hassas mesafe ayarı.Boşluğa ayağını uzattığında kendiliğinden yerine oturmuyor adımı.Tekrarların akıcı ve büyülü ve ezber yüzeyinde şaşırmamayı başaramıyor.Yürümeyi hatırlamadan yürüyemiyor.İlk hedefte takılıyor bu yüzden.Onlar koşarken o ayaklarının varlığından şaşkın donakalıyor.Aklımı ortalamadan ikiye bölüyorum.Ortasına duyan kör gözler,gören sağır kulaklar yerleştiriyorum.Bu benim saydamlığımın çerçevesi oluyor.Hayat kendisi için değildir.Sevinçten kendini kaybettiğini noktada eksik, vazgeçmeye kalktığın noktada da mükemmeldir.Hayat elindeki tek karttır.Hayat elinde olmayan karttır.Hangi ucundan yaklaşırsan yaklaş, hayat sana rağmen olandır.Ölümün de sana rağmen olacaktır ihtimalen. ... altında ezilmemek için hiçliğine sarıldığında...belki Ebru belki sen belki herkes.Teker teker ve çıkartılmış; bütün oymalı cümlelerin sanal aktörleri, bilmediği bir uzağın tuzağında ve bölünmüş; ağdalı hesapların aslında bildik basit sonlarıyla ve çarpılmış bütün yüzleri bütün yüzlerinin yüzsüzlüğüne...ve eklene eklene kıvırtık eklemliliği adının alacakaranlıktaki gidimsiz yankısına.....bir bilse...düştüğünü düşerken dolanan bacakları...


an:...........zihni sudan yanan an:Plastik duruşu,içine baktığında kimse yok. an:..kaliteli bir soğuğu hakediyor. Artık biliyorsun bu fıkir aklını içerek büyüyor...Kanını topaklayarak büyüyor.Kendini tükürerek büyüyor,güdüklüğüne büyüyor..Toprağın bağrında açan gelinciktir kurtlar.Onların yüreğine büyüyor.büyümüyor,ufalanıyor...parıltılı kurtların yüreğine ufalanıyor.Aysuyunda yansıması taşan gölgelesiyle duyabilirdi eksileni..Kan görmeyi seviyor.Ölümüne koşuyor.Çağıran ölümse koşulan yol birden düzleşir.

Çünkü ölü atları koşuyorum hala\

Kurumuş leylak rengi felç....yazmanın metafiziği gereği...kara gün sızlayacak ellerinde.Gemisi kopuk; rotasını,akmadan oluşan zamanı buldu.Çığ günü.Bütün dostların kolları karanfil.Gülümsemeleri yere akan...Su yılı, aynası çarpık ,imzası kel iziyle bugün bulutların toplandığı damarlarındadır.Kanadı kavruk...Ay yüklü Karadeniz...Ensesinde patladı. .....


Aklın kılıcından geç.Aklın kılıcından geç..Aklın kılıcından geç..

Friday 4 May 2007

Balık Yakalamak

Beton yığınlarının, trafiğin, insanı duman eden gürültü ve karmaşasından çıkıp, dağlara sarmaya başladığında, gözleri parlamaya başlar; arabayı telaşla, çukurlara aldırmadan, bir an önce su kenarına varabilmek için hızla sürer. Nefes alıp vermesi değişir. Misinanın ucunda can havliyle kıvranarak, çırpınarak gelen balık görüntüsüyle büyülenir. Şamandıranın suyun üzerinde yarattığı titreşimler, sonra birden suya gömülmesi ve kasılan parmakların ani bir geri hareketiyle iğneye takılan balığın, karaya çıkıncaya kadar, yaşamla ölüm arasında yaptığı muhteşem yolculuk; balığın çırpınışları, kuyruk darbeleriyle sıçrayan suyun sesi... Bütün bunları aklından geçirirken; istek inancını, inancı kaslarını uyarır. Kaslarındaki gerilim balıkları sıraya sokar. Dağıtılan yiyeceği kapmaya hazır bekleşen aç bir sürüye dönüşürler. Artık kendilerini teslim etmeye hazırdırlar. Balıkçının kafasındaki görüntünün cazibesi balıkları da büyülemiştir.

Balığı kandırmak, dünyasından çekip çıkarmak için istediğini veriyormuş gibi davranır ve bir tuzak hazırlar. Yem, iğne, misina ve oltadan oluşan düzeneğin su tarafında sazan, kara tarafında balıkçı vardır; üçüncü bir gözlemciye göre temel istekler arasında fazla bir fark yoktur. Eylemin anlam kazanabilmesi, yani tutulma eyleminin gerçekleşebilmesi için, iki isteğin aynı düzlemde buluşması gerekir. Sazan ve balıkçı iki ayrı dünyada yaşarlar ve bu düzenek yardımıyla yolları kesişir. Balıkçı ile sazanın istekleri görünüşte aynıdır; temel güdülerden biri olan açlık duygusunu ortadan kaldırmak... Ancak balıkçı için daha fazlası vardır; farkında olduğunun da farkındadır. Önceden bir düzenek hazırlamıştır. Balığı ait olduğu dünyadan koparmak için düşünüp taşınmış, plan yapmış, su kenarında duracağı yeri hesaplamış ve geleceğe dönük hedefine ulaşabilmek için olanaklarını kullanarak eyleme geçmiştir. Balıkçı ile sazan arasındaki en önemli fark işte budur; geleceği tasarlama yeteneği... Sazan açlığını gidermek için atladığında, hayatını değiştirecek basit bir ayrıntıyı gözden kaçırır; yemle birlikte zokayı da yutar. Yemin içinde gizlenen gerçek niyetin farkında olmadığı için, ayrıntının içinde gerçekleşen bütün’ün bilgisine de sahip değildir.

Misina çekildiğinde sazan dünyasını terk eder. İçgüdüleri onu cennetten kovmuştur. Artık kendi cehennemini içinde taşımak zorundadır. Suda ya da karada olması bunu değiştirmez. Aklı başına geldiği anda, boyut değiştirmiştir ve suya geri bırakılsa bile artık eski sazan değildir.

balık sudan çıktığında
yanıp kavrulduğunda solungaçlar
pullar yırtıldığında ve yarıldığı zaman kenarı dudaklarının
balık artık balık değildir
hele bir de insaflı günüyse balıkçının
suya bırakılmışsa yeniden
balık iki kere balık değildir

Sazan tekrar suya dönmeyi başarırsa, artık ötekilerden daha üstündür, çünkü; ölümün tadı vardır dudaklarında.
Tasarım yapan balıkçı, su kenarında elinde oltası beklerken, tek noktaya, gerilmiş misinadaki bir titreşime ya da şamandırasındaki bir harekete odaklanır. Bedeni, aklı ve duyguları bütün’ün içindeki bir ayrıntıda takılmış durumda olduğu için uyku halindedir. Kısacık bir zaman diliminde de olsa kendini unutmuş olmanın rahatlığını yaşar. Oltasını toplayıp, evinin yolunu tuttuğunda, orgazm sonrası farkındalığıyla bütün’ün bilgisine sahip olur, ve;

babasının ellerine dönüşür elleri
yaralı ruhunu onarmak için yaşayan
biri kalır geride
dile dökülmesi mümkün değildir
dış görünüşünden başka her düzeyde
balıkçı artık balık gibidir

Thursday 3 May 2007

Eklektik Perdeler

birinci perde

...zaman kısıtında teneffüse çıktığım bu anda sonsuzluğa giriş yapmak için bişey karalıyorum ya da hiçbişey ya da herşey......zaman sayacı aleyhime işlerken, lehime tanıklık eden ego'mun açlığını görebiliyorum. Kırk derece sıcaklık altında az ötede bir ağacın gölgesi altında mayışmış aslan gibiyim: halim yok, ruhum yok, avım yok!
Hayatın gondolunda sallanırken, ruhum var(olmama)oluş sancıları çekiyor. Zaman ağır işliyor, düşüncelerim iflah olmaz! Varılacak durağı olmayan bir gemiyim; güvertesinde bir martısı bile olmayan. " ahh aysız gecelerde olur ne olursa..." Yanlıştı herşey sağlaması doğruyken. Paradoksal bir yanılgıydım, Mutlak bir mulak'tım. Parabolik bir zeminde paralojik bir çıkarsamaydım. Kendi benliğine kusan bir zerdüşt'üm...hiç bişeydim aslında : bişeyim hiçti !

Hava bulutlu-navy, hayat limoni-arkaton, ben flu-agnostik ! Oluş sancılarım artıyor, kusucam.

ikinci perde


Yalın olmalı herşey, çıplak olmalısın..giydiğin tüm maskeleri çıkartıp öylece yüzmelisin benle herkesin yüzemediği nehirlerde; ve iki kere yüzmeliyiz filozofun önermesine inat! Sonra çimenlerde kurulanmalıyız, tenlerimiz bir çiçeğe daha hayat vermeli. Sen çiçek ol ben zaten hayvanım. Olmasa da olurdu bu yazı, sen olmasan da olurdu ama sana giden yollardaki dikenler olmasa olmazdı ! Yazılmazdı hikayeler, okunmazdı şiirler; sevişmeler pişmanlıkla sona ererdi. Gamzeler açmalı artık yanaklarımda sevişmeyle biten gecenin sabahında ! Yanımda uzananı görmekten haz almalıyım, daha da anlatacaklarım olmalı akşamdan kalan, gelecekten gelen. Arabesk aşklar olmamalı, tutsaklık, tutukluk ve oyun olmamalı. Senden giderken, sana gelirken hissettiğim dinginliği hissetmeliyim. Olmasa da olurdu bu yazı.....

son perde

" inanmak gerçeği bilmek istememektir" ... gerçeğim ol !

Thursday 26 April 2007

Kendim Olabilmek ( Varoluş Sorunsalı )


Ben kültürümün bir eseri miyim?Kültür benim özgünlüğümü nasıl etkiliyor?Düşündüğümüzü söyleme özgürlüğü yetmeli midir?Yoksa zorla ya da kültürle dayatılan düşünce kalıplarını kırarak özgürce mi düşünmeliyiz?Yaşam felsefesi neyi gerektirir? Bu ve benzeri sorularla cebelleşiyorum ezelden beri.Çoğu zaman da cevap bulamıyorum.Bazen de çelişen iki veya daha fazla doğrular buluyorum bir sorunun içerisinde.Aklıma yaptırdığım bu çalışmalarda bu nasıl olmakta?Yoksa hatayı 'doğru' kavramının,mantığıma oturtuluşundaki doğrusuzlukta mı yapıyorum?Ya da hata yaptığım dediğim şey hata değil midir?Galiba x ler sonsuzdur.Önemli olan bu x lerin insan hayatına somut katkılarıdır iç dinginliğin oluşmasında.

Kültürümüz,yaşamda neyin başarılı,neyin başarısız olduğunu kararlaştırı.Bu konuda bir şüpheniz varsa,Batıdaki bir pop yıldızı ile Doğu'daki bir din adamına yağdırılan aşırı övgünün birbirinden farklı olmadığı gerçeğini bir düşünün.Neyi önemsememiz gerektiğini(para ve mülk), ne gibi manevi standartlar uygulayacağımızı(politika ve iş hayatında her şey mübahtır),hangi giysilerin modaya uygun olduğunu,hangi spor dallarına ilgi olduğunu,bizim için hangi iş ve mesleklerin uygun olacağını ve boş zamanımızda neler yapabileceğimizi belirleyen de kültürümüzdür.Aynı kültürümüz bize ne kadar hangi dini seçeceğimizi de kararlaştırır,hangi sosyal sınıfa dahil olacağımızı,ömrümüzün ne kadar olacağını ve ne gibi rahatsızlıklar çekeceğimizi,hangi hayır kurumları ve siyasi partilerin bize uygun olabileceğini,bizim ve başkalarının hangi hareketlerinin anormal sayılabileceğini ve bizim dışımızdaki dünyaya karşı ne gibi bir tavır takınabileceğimizi de belirler. Bunlar bize legal yaptırımlar yoluyla değil,yazılmamış olan davranış kuralları,ülkemizin tarihi ve coğrafyası ve medyanın yaydığı(genelde televolecilik gibi) mesajlar aracılığıyla iletilir.Yaşam yazgımızda Amerikalı,İngiliz veyahut da Sabancı veliahtı olmanın,Afrikalı,Çinli ya da Ahmet efendinin çocuğu olmaktan çok daha farklı bir yeri vardır.Yazgımızdaki donelerin hepsi mutlak 'doğru' ya da 'yanlış' değildir.Onlar sadece bir kültürden diğerine farklılıklar gösterir ve tüm yaşantımız boyunca bizim üzerimizde derin bir etki yaparlar.Her kültür,ona ait insanlardan farklı şeyler bekler ve farklı talepleri olur,onlara farklı fırsatlar yaratır ve yaşama karşı farklı perspektifler ve farklı duygular geliştirmelerini teşvik eder. Bu genel faktörlerin dışında ve üzerinde,kültürümüz hepimizi son derece kişisel bir şekilde de etkiler.Belli kitaplar,idoller,müzik,resim,medya ve diğer yaratıcı sanat dallarını bize sunar.Bir radyo ya da TV düğmesine basmakla içinde bulunduğumuz ve geride bıraktığımız çağlardan hatta ve hatta gelecek projeksiyonlarından bize çeşitli güzellikler sumar.küçük yaşlardan itibaren okuduğumuz kitapların(azınlık!),dinlediğimiz müziğin ve baktığımız sanat eserlerinin(mankenler!) ve bize ulaşan her şeyin yaşam yazgımız üzerindeki önemini görmezden gelemeyiz. Kitap örneğini ele alacak olursak,çocukken okuduğumuz öykü ve türevlerinin o genç beyinlerimiz üzerindeki kalıcı etkisine hepimiz tanık olmuşuzdur.Kahramanlaştırdığımız(Zagor) ya da kötü adam ilan ettiğimiz kişiler,maceralarımız,neşemiz ve düş kırıklıklarımız,iyi ve kötüyü, onuru ve onursuzluğu tanımlayan kavramlarımız,başka yerler ve başka gerçekler hakkındaki görüşlerimiz bile bir köşeye kıvrılıp elimize aldığımız kitaplardan etkilenmişizdir.Pek çoğumuz için bu kitaplar gerçekten de büyülü olmasalar bile,genç yaşlarda formasyonumuzu en fazla etkileyen deneyimler olmuştur. Kimilerimiz kültürümüzün en iyi yönlerinden yararlanma fırsatı bulmuşuzdur.daha fazla kitap sahibi olma şansımız olmuş ve bu kitapları daha sakin ve huzurlu ortamlarda okuyabilmişizdir.Tiyatroya götürülmüş,eğitici gezilere çıkarılmış,müzik dersleri aldırılmış ve kültürel açıdan ilgi duyduğumuz konular için teşvik edilmiş ve onay alabilmişizdir.Kimilerimiz ise daha az elverişli(hatta hiç elverişsiz) ortamlarda büyümüş ve yaratıcı deneyimler aracılığıyla kendi hayal gücümüzü yetrince keşfetme olanağına sahip olmamışısıdır.Sevgiyle tanışmamız zamansız olmuştur pek çok defa.Ürkütmüştür bizi sevgi onu tanımaya çalıştıkça.

Ben üçlü bir içselliğe sahibim.Bir yönüm kültürümün doğrultusunda edimlerde bulunmamı söyler.Bir yönüm dış şekillendirmeden arınmış,aklım ve gönlümün içime bakan asıl "ben" yönümdür.Bir diğer yönüm ise ise bunların optimal bileşimidir. İlk yönüm doğrultusunda;örneğin, bu yazıyı yazmak istersem,muhakkaktır ki bir Montaigne'le,bir Yaşar Kemal'le,Aziz Nesin'le,bir Tolstoy'la veya buraya biçimsel,edebi ve süslü hikayeler yazan arkadaşlarımla kendimi kıyaslamamı gerektirecektir.Ben bunları göz önüne aldıkça bana ait olan bişeyi zaten yazmamış olacağım.bundan ziyade böyle bir kıyaslamaya girmek bana acıdan başka birşey vermeyeceği açıktır.ben kim,Nazım Hikmet kim mantığı çok bariz.Kendimi değersiz hissetirecektir günümüzde kabul gören onaylanma gerekliliği. Peki ben bu yazıyı hangi yönümle yazdım,tabiki üçüncü yönümle yazmaya çalıştım.Ama istediğim bu mudur,kesinlikle hayır.Ben yazmayı da ,sevişmeyi de,sevmeyi de,yaşamayı da 3. yönümle gerçekleştirmek isterim.İçimde kopan fırtınalar hep bu yöndedir.Bu iki yönüm arasında müthiş bir domine olma savaşı var.İşte, birgün tam anlamıyla 'kendim' olursam artık buraya yazmama gerek kalmayacaktır. Başarılı bir yaşam felsefesinin en önemli öğesi hayatı birşeyler için yaşıyor olma duygusudr bana göre.Bu,sevdiklerimize(eş,çocuklariana-baba,yakınlar,dostlar,hiç tanımadığımız birileri) birşeyler verebilmek için; yaptığımız işler insanlık yararına olduğu için ve/veya yaratıcı olduğu için ve /veya derin bir iç doygunluk olduğu için olabilir.Tüm bunlar,doğa bizde sevinç yarattığı ya da sanatın veya bilimin inceliklerinin yarattığı ürpertici duygudan etkilendiğimiz için olabilir.Nedeni ne olursa olsun,insanoğlunun,kendisini psikolojik açıdan bir bütün olarak görebilmesi için,yararlı olduğuna,bir amacının olduğuna,bir doygunluk,yaşamında bir anlam olduğuna kendini inandırması gereklidir. Böylesi bir yaşam felsefesi pek çok kaynağa dayalı olabilir.Bu kaynak din,okuduklarımız,önde gelen kişilerin görüşleri,bilim veya yaratıcı sanatlar yada kendi düşüncelerimiz,kendi içimiz olabilir.Önemli olan bize doğru gelmesidir ve hem kendi hayatımıza,hem de çevremizdekilerin hayatlarına bir anlam vermesidir. Başkasına faydalı olabilme isteği arkasında kendimize faydalı olma ya da kendi içhuzurumuzu güdme isteği mi var, o da başka bir yazı konusu olsun

Tuesday 24 April 2007

Varoluş Sancıları


...zaman kısıtında teneffüse çıktığım bu anda girişe giriş yapmak için karalıyorum bişeyler ya da hiçbişey ya da herşey......zaman sayacı aleyhime işlerken, lehime tanıklık eden ego'mun açlığını görebiliyorum. 40 derece sıcaklık altında az ötede bir ağacın gölgesinde mayışmış aslan gibiyim, halim yok ama avcılık güdülerim halen işler durumda. Yalın olmalı herşey, çıplak olmalısın..giydiğin tüm maskeleri bir kenara bırakıp öylece yüzmelisin benle herkesin yüzemediği nehirlerde. Olmasa da olurdu bu yazı, sen olmasan da olurdu ama sana giden yolardaki dikenler olmasa olmazdı ! Yazılmazdı hikayeler, okunmazdı şiirler; sevişmeler pişmanlıkla sona ererdi. Gamzeler açmalı artık yanaklarımda sevişmeyle biten gecenin sabahında ! Yanımda uzananı görmekten haz almalıyım, daha da anlatacaklarım olmalı akşamdan kalan, gelecekten gelen. Arabesk aşklar olmamalı, tutsaklık, tutukluk ve oyun olmamalı. Senden giderken, sana gelirken hissettiğim dinginliği hissetmeliyim. Olmasa da olurdu bu yazı.....