Saturday 19 September 2009

Ramazan Biterken

Onbir ayın sultanı olduğu söylenen, dini duygularımızın tavan yaptığı; bir aylığına bile sözde-müslüman olmayı bir kenara bırakıp gerçek-müslüman gibi davranamadığımız ramazan ayı sona eriyor. İftar çadırları kurulur. Başbakan fakir-fukaranın iftar sofrasına katılır. Yığınlar, en hızlı kıldıran hocanın camisine teravi namazına akın eder. Televizyonda din sohbetleri, temcit pilavı gibi ısıtılıp ısıtılıp sunulan din temalı aynı filmler gösterilir. Hani gerçeği bilmeyen dışarıdan biri, her şeyin ne kadar mükemmel olduğunu sanıp hemen şehadet getirerek müslüman olabilir. O derece müslümanız senede bir ay! Küresel ısınma, savaşlar, dünyada açlıktan ölen insanlar, gelir dağılımındaki eşitsizlik, siyasetteki erozyon, başbakanın “kriz bizi teğet geçti” türküsünü gine papağını gibi tekrarlaması… bunlar umurumuzda değil, bu ay müslümanız ve başka bir şeye odaklanamayız…Bunları boşverin siz, bayram namazını kaçırmayın yeter!


Çağımız dünyasında "modernite öncesini" yaşayan kültürleri bir yana bırakırsak, modernite sürecini az-çok yaşamış tüm toplumlarda evren ve evrendeki şey-olay bağlamlarının algısını “bilimsel paradigma” belirlemektedir. Üstelik de klasik bilim anlayışının paradigması. Modern bilim anlayışları henüz "hayatın-içinde" yansımalarını bulabilmiş değil.

İnanç-siyasal anlayış ve değer dünyaları ne olursa olsun, kainattaki olup bitenler hep bu paradigmanın "konseptlerine" göre algılanıp-değerlendirilmektedir.(Ayrım noktaları "yapısal-özsel" değil de ilintiseldir. Bazıları bu olup bitenleri evren üstü aşkın bir gücün inayet-istenç ve ereğine göre "değerlendirir", bazıları da kozmik-işleyiş ve kendi yasalarıyla açıklamaya çalışır.)

Bu açıdan ele aldığımızda;

X türünden bir olay, belli olgu bağlamlarının, içine yerleştirilip-neden sonuç ilişkileri içinde açıklanabiliyorsa bu olay için doğal bir olay denir. Yağmurun yağması-rüzgarın esmesi v.s..

X türünden bir olay belli olgu bağlamlarının içine yerleştirilip de açıklanamıyorsa bu durumda ona rastlantı/tesadüf adı veriliyor. Örneğin bulunduğunuz şehirden kalkıp başka bir şehre gittiniz ve orada mezun olduktan sonra hiç-görüşmediğiniz ilkokul arkadaşınızı gördünüz. Bu ne kadar büyük bir-tesadüf diyorsunuz. Oysa onun orada oluşu kendi süreci açısından bakıldığında bir olaylar serisinin sonucu. Sizin orda olmanız da belli olaylar serisinin bir sonucu. Her iki olay da kendi dinamikleri açısından tesadüfi değil. Ama o kesişme anı tesadüf olarak değerlendiriliyor.

Kısaca, önceden "ön-görü" varsa tesadüf ortadan kalkıyor. Bir olayın oluş-etkileyici faktörler serisi olduğunca ortaya konamıyorsa buna tesadüf deniyor. Şans oyunlarında ikramiye isabet eden numaraların ortaya çıkış sürecindeki tüm-faktörleri bilemediğimiz-hesaplayamadığımız için bu olaya tesadüf-şans-şanslı-şanssız diyoruz. O topların ilgili yere konuş şekli sırası, düğmeye basılış anı, topların dönmesi, bir-birlerine çarpışları ve sonuçta birinin delikten düşmesi ve sırasıyla aynı işlemin diğer toplar için yapılışı.. İşte tüm bu süreci hesaplayıp-öngöremediğimiz için bu olaya tesadüf diyoruz.

X olayı bilinen neden-sonuç ilişkilerinin çok ötesinde ise ve söz-konusu olan olayı bu "bağlama" yerleştirip algılayamıyorsak bu durumda "mucize" demeye başlıyoruz. Örneğin diyelim ki şu anda üzerinden okuduğunuz bu bilgisayar durup-dururken havalanmaya başladı. Eğer bilimsel paradigma sizde güçlü bir şekilde yerleşmişse bu durumda bu sonuca fiziksel bir neden arayacaksınız. Yukarı bakacaksınız (ip nerde diyerek) veya en azından durup da "anlamaya" çalışacaksınız. Görünen fiziki bir neden bulamayınca işte o zaman bismillah-bismillah demeye başlayacaksınız annem gibi veya "mualla-hanım" gibi...

İşte insan-oğlunda fiziğin bitip metafiziğe geçiş alanının başlamasına yol açan bu gibi olaylardır. Ve bu eski alışkanlığıdır insan-oğlunun. Güneşi anlayamamış onda meta-fizik aramış. Rüzgarda-şimşekte falan. Hatta bir tırtıla tapındığı dönemler olmuş. Anlayamamış çünkü bir tırtıl bir ağacı nasıl kurutur.

İnanmak “bilmenin” bittiği yerde başlar. Bilinen “doğallaştırılmıştır" bilinemeyen gizemini korur. O nedenle insanoğlu Tanrıyı "evrenin" dışına-üstüne "sürmüştür". Onu hiçbir zaman bilemeyecek ve böylelikle ona olan inancı devam edecek ve o da bu inancıyla oynayabilecek.

Aslında işte bu denli basit. Alıştığımız(ki bu da sürekli aynı şekilde tekrarlandığı söylenen algı biçimlerimizden kaynaklanıyor) dünyanın dizgelerine kurallarına uygun olanlara doğal, olmayanlara ise rastlantı-mucize deyip duruyoruz.

Bu noktadaki en önemli ve kritik soru şu;

Dış dünya denilen kendisi öyle-olduğu için mi biz onu öyle algılıyoruz , yoksa biz dış-dünya denileni algı-biçimlerimize göre mi düzenliyoruz? Bu soru da aynı zamanda şu önsel soruyla ilgili. Acaba sahiden de “ben” denilenden bağımsız bir-dış dünya var mı?...


Genel olarak ‘insanlar neden ve nasıl inanır' konusunda ahkam kesmek isterim. Keza ilahi bir güce inançta bence bundan çok farklı değil.

2, 4, ?
Bu dizideki sayı nedir?
6 da 8 de olabilir, hatta daha karmaşık bir fonksiyonsa başka şeyler de olabilir.

Peki
2, 4, 8, 16, ?
Buradaki sayının 32 olma olasılığı gözümüze çok daha yüksek gözükür. Ama inanın 32 olmayan kayda değer başka yaklaşımlar da vardır.

Bence inanç bütünlükten doğar. Elinizde ne kadar uzun bir sayı dizisi varsa, ne kadar birbirlerini tamamlıyor, ne kadar bütünlüyorlarsa, bulmacanın eksik parçasını tahmin etmek (belli bir şey olduğuna inanmak) o kadar kolaylaşır. Ama hiçbir zaman %100 olmaz. %100’ün olduğu durum inanmak değil, bilmektir.

Başka bir tartışma konusu, ama aslında bildiğimiz tek bir şey yoktur. Gerçek bir 'Bilme', varoluşun/sonsuzluğun tümünü eşzamanlı bilmek demektir. Siz uzun zamanlar boyunca bir şeyleri bildiğinizi sanabilirsiniz, ama ilksel sebep elinize yıkılmaz bir teminat vermedikçe bir şey bilmek mümkün değildir. Çünkü son noktada ilksel sebebin o öyle değildi böyle idi, sen yanlış gördün/anladın/hayaldeydin/rüyadaydın deme olasılığı her zaman vardır.

Bu bağlamda aslında 'şeylerin' (düşünce, kavram, algı, teori) ispat edilebilirliği de yoktur. Bize göre ispat dediğimiz şey ise bir takım kabullerle başlamak daha sonra o kabullerle çelişmeyen en büyük ve bütüncül seti 'ispat ettiğini' düşünmekten ibarettir.

Gene de biz bunları söyleriz: "biliyorum, ispatlandı vs.". Söyleyeceğiz de... Çünkü bulunduğumuz bağlamda çok da yararsız sözcükler değil. Fakat bunların hepsi görece bir sistem için geçerli ve esasen boşlukta (veya ilksel kabullerin üzerinde, çünkü ilksel kabuller boşlukta) durmaktadırlar.

Böylelikle biz daha tümleşik/sade/güzel bütünlükler arayışını sürdürürüz. Yaşarız, deneyimleriz ve sonuçlar çıkarırız. Bunlar aslında bir nevi laboratuvar deneyleri gibidir. Yaşamdan çıkardığımız sonuçlar. Bu sonuçlar yavaş yavaş kafamızdaki büyük bulmacada yerlerine oturmaya çalışırlar. (ve tabii ki yüzlerce kez yer değiştirirler, bozulup tekrar konurlar, vs.) Ve giderek bir yoğunluk noktası, bir eşik enerjisine doğru yaklaşırlar. Ve sonra "inanıyorum" deriz. İlahi güç olsun, başka şey olsun bu hep böyle olur...tabi bu bilinç düzeyinde olanların niceliği hakkında bir kestirimde bulunmam zor.

Friday 11 September 2009

Selden Ölmeden Önce Dinlenmesi Gereken Rock Grupları

Müzik, insan hayatında büyük yer teşkil eden bir sanat dalıdır. Genç ya da yaşlı, heteroseksüel ya da biseksüel, prenses ya da orospu, kadın ya da erkek, türk ya da Tanzanyalı, dinci ya da ateist…Herkesin ortak bir noktası var; müzik. Tarz tarz, tür tür müzik her kesimden insanı bir şekilde etkisi altına alabiliyor. Müzik, birleştirici özelliği ile pek çok sosyal hareketin tamamlayıcı ögesi olma gibi bir fonksiyona da sahiptir. Üzerinde düşününce her şeyi müzik ile bağıntıladığımızı, tamamladığımızı görürüz. Devrimcilerin marşı, savaşa gidenlerin motivasyonu, evlenenlerin dansı, filmlerin soundtrack’leri, otobüs yolcuklarımızın yol arkadaşı, ipod sayesinde koşarken bile müzik bize eşlik edebiliyor…Bazı bitkilerin bile müziğe reaksiyon gösterdiği bilim adamlarınca ıspatlanmıştır. Bitkilerin bile reaksiyon gösterdiği, evrensel bir dili olan müziğe reaksiyon göstermeyecek insan var mıdır, bilemem.

Müzik hakkındaki düşüncelerimiz başlangıçta kültürlenme yolu ile oluşur. Eğitim sürecinde edindiğimiz bilgiler doğrultusunda, giderek formelleşen müzik bilgi ve beğenimiz, toplumsal aidiyetimizin dışavurumunda önemli bir simgeye dönüşür. “Ulusal müzik” dediğimizde hangi ulusa ait olduğumuzu anlatan, bizi diğer uluslardan ayıran müzikal üretimler anlaşılır. “...müzik ve onun çağrıştırdıkları, bir yerden başkasına farklılıklar göstermekte (bir zamanlar giysilerin, hala da yiyeceklerin farklı olması gibi), ulusal ya da bölgesel kimliğin simgesi görevini üstlenmektedir.” Bütün toplumu kapsayan müzik beğenisi olacağı gibi bireye ait ya da gruba (“alt kültürler”, mikro toplumlar vb.) özgü müzik ve sanat beğenisi, güzellik anlayışı olabilir. “Güzeli beğeniş, estetik bir yargı ile açıklanmaktadır; ve böylesine bir yargıya ön planda neden olan ‘düşün’, isteğe, hazza ve beğeniye yönelik duyarlılığı yaratmaktadır ve bu önemli gerçek, kendine özgü değişik bir değer yargısının meydana gelmesine olanak sağlamaktadır.”

Bu post’un amacı yazarının beğenileri dahilinde rock yelpazesi altındaki müzisyen ve grupları tanıtmaktır. Müzik tarzları ve beğenileri kişiden kişiye farklılık gösterdiği ortadadır. Nasıl ki Müslüm baba eşliğinde kendisine jilet atanlar varsa, sevgilisine bir öpücük bile koklatmayan kızların Murat Boz’a verme girişimlerinde bulunan nice insan vardır. Bazen bir müziği sadece melodisi için dinleriz, bazen de sırf sözleri için. Bazen her ikisinin bütünselliği için…O anki ruh halimize uygun servis edebileceğimiz müzik hep elimizin altındadır. Bu da bizlerin birbirinden farklı tarzda müzikleri dinleyebileceğimizi gösteriyor. Yani ben, iyi bir rock dinleyicisiyken aynı zamanda sanat müziği, türkü, klasik müzik dinleyen biriyim. Elbetteki asla dinlemeyeceğim dediğim tarzlar ve sanatçılar muhakkak vardır, herkesin de vardır. Kendi kalite algımda bana iyi gelen müzikleri dinliyorum. Herkesin bir baskın müzik tarzı vardır; ve benim de dominant tarzım rock müziktir. Her ne kadar Demet Akalın ya da Hadise dinleyenleri tuhaf bulsam da, yukarı bahsetmiş olduğum müziğin dinamiklerinden dolayı bu durumu kabul edilebilir buluyorum. Şimdi gelelim tanıtımlara. Hepsini tanıtmam mümkün olmayacağından aralarından en iyilerine yer vereceğim.

Metallica : 1980 ABD menşeili bir hard rock(trash metal, heavy metal) grubudur. Bitmeyen, tükenmeyen, eskimeyen, benim ilk göz ağrılarımdan olan bir gruptur. Kurulduğundan beri grubun vokalistliğini James Hetfield yapmaktadır. Dünya genelinde 100 milyon üzerinde albüm satışına ulaşmış efsane gruptur. Grup Türkiye’de 1993, 1999 ve 2008 yıllarında konserler vermiştir. Favori parçalarım : Master of Puppets, Ain’t My Bitch,Fade To Black, One, Unforgiven, Nothing Else Matters, My Apocalypse, Whiskey In The Jar

Rammstein : 1994 yılında kurulmuş olan alman heavy metal (progresif,gothic metal) grubudur. Vokalisti Till Lindemann’dır. Grup adını ,1988 yılında Almanya’nın Ramstein kasabası yakınlarındaki Ramstein isimli Havayolunda gerçekleşen trajik kaza için yazdığı şarkıdan alır. Reklam izlenimi vermemesi için bir m daha ekleyerek , kelime anlamı -kuvvetlice çarpan taş olan Rammstein olarak son halini alır. Hiçbir müzik türüne yakışmayan almanca Rammstein’in yapı taşlarından biri. Eylül ayında çıkacak olan yeni albümlerinde İngilizce şarkılar olcakmış, valla yeni albümü sabırsızlıkla bekliyorum. İlk single parçası “Pussy” :). Favori parçalarım : Sonne, Resident Evil, Ich Will, Du Hast; Reise, Reise, Seeman

Pink Floyd : Müziğin ulaşabileceğin en üst noktayı çizmiş adamların grubu. 1964 yılında, İngiltere’de Syd Baret tarafından Sigma 6 adıyla kurulmuş bir progresif rock grubudur. Daha sonra adını iki blues ustası olan Pink Anderson ve Floyd Council isimlerini birleştirerek Pink Floyd olarak değiştirmişlerdir. Syd Barrets, Roger Waters ve David Gilmour farklı üç döneme sahip bir karakteristiği vardır grubun. Kült olmuş Shine On Crazy Diamon ve Wish You Were Here parçaları Syd Barrets anısına yapılmıştır. Favori parçalarım : Lost For Words, We Don’t Need No Education, Hey You, High Hopes, Wish You Were Here, Comfortably Numb

Darkseed : İşte harika bir grup daha. 1992 yılında Almanya’da kurulmuş olup, gothic rock söyleyen bir gruptur. Vokalistliğini harika bir sesi olan Stefan Hertrich yapmaktadır. 1997 yılındaki “Spellcraft” albümleriyle ünü tüm dünyaya ulaşarak, ciddi bir fan kitlesine sahip oldular. En beğendiğim albümleri hiç kuşkusuz “Ultimate Darkness” tir. Favori parçalarım : Follow Me, Disbeliever, Fall Whatever Falls, Biting Cold, Echoes of Tomorrow, Downwards

Nirvana : Curt Cobain efsanesini yaratan, alternatif rock (grunge punk) söyleyen grup. 1989’da Amerikada kurulmuştur ve adını tüm dünyaya 1991 yılında çıkardıkları “Nevermind” albümündeki “Smells Like Teen Spirit” efsane şarkısıyla duyurmuşlardır. Herkesçe malum 1994 yılında Curt Cobain’in intiharıyla grup dağılmıştır. Kurt Cobain’in ölümünden dört ay önce kaydettiği şarkı olan “ You Know You Are Right” single olarak yayınlanmış ve ortada Nirvana diye grup yokken rock listelerinde 1 numaraya kadar çıkmıştır. Favori parçalarım : Smells like Teen Spirit, Lithium, Come As You Are, About A Girl, All Apologies, Where Did You Sleep Last Night

Marilyn Manson : İsmini Marilyn Monroe ve Charles Manson’dan alan grup 1989 yılında ABD’de grubun vokalisti olan Brian Hugh Warner tarafından kurulmuştur. Tarz olarak alternatif/endüstriyel metal, hard rock’u yansıtmaktadır. Marilyn Manson enteresan imajı ve klipleriyle hep dikkat çekmiştir. Favori Parçalarım : Come White, If I Was Your Wampire, The Nobodies, This is The New Shit, Devour, Arma-Goddamn-Motherfuckin-Geddon

Deep Purple : Dünyanın en ünlü hard rock gruplarından biridir. Tanımayan yoktur sanırım. 1968 yılında Londra’da Titchie Blackmoore tarafından temelleri atılmış olan grubun vokalistliğini Ian Gillan yapmakta. Abimin(Ruşka) en sevdiği gruplardan biridir. Deep Purple baskılı tişörtlerle dolaşan 40 lık bir delikanlıdır kendisi. Favori Parçalarım : Soldier of Fortune, Perfect Strangers, Black Night, Smoke On The Water, Sometimes I Feel Like Screaming, Woman From Tokyo

Cranberries : 1998 yılında kurulmuş olan İrlandalı rock grubudur. Grubun vokalisti harika sesli şirin kız Dolores O’Riordan’dır. Gerçi grup üyeleri 2003 yılında ayrı yollarda gitmeye karar vermişler ama biz olaya efsane olmuş grup olarak bakalım. Üniversite yıllarımda music box’ta sıkça jeton eskittiğim Zombie ve Promises efsane şarkılarının sahibi grup. Dolores’in kızıl saçları ve çıplak ayaklarıyla Fransa’da verdiği konser unutulmazdı. Favori parçalarım : Zombie, Promises, Cordell, Animal Instinct, When You’re Gone, Salvation, Wake Up and Smell The Coffee

Iron Maiden : Grubun basçısı Steve Haris tarafından 1975’te Londrada kurulan heavy metal grubudur. Grubun vokalisti Bruce Dickinson’dur. 94-99 yılları onun ayrılmasında dolayı vokalistlik görevini o geri dönene kadar Blaze Bayley üstlenmişti. Tabii öncesinde, abimin döneminden Di’Anno vokalistlik yapmıştır. Favori parçalarım : 2 Minutes To Midnight, Blood Brothers, Mother Russia, Run to The Hills, The Number of The Beast, Transylvania

Crematory : 1991 yılında Almanya’da kurulmuş baba bir gothic/heavy metal grubudur. Gerhard Stass vokalistidir, kendisi epey iri kıyım bi abimizdir. Ayrıca kadın arka vokalleri de taştır. Bu tarzda en iyi gruplardan biridir, 2002 de dağılma noktasına geldilerse de hala konserler vermeye devam ediyorlar. Şiddetle dinlemenizi önerdiğim bir gruptur. Favori parçalarım : Greed, Tears of Time, Temple of Love, The Fallen, Revolution, For Love

Dark Tranquility : Süper bir grup daha. Bu alanda en en uzun süredir şarkı söyleyen grubu biliyordum fakat daha da sevmemi, derinleşmemi sağlayan kişi Fatoş oldu. 1989 yılında kurulan İsveçli bir melodik death metal grubudur. Vokalde Mikael Stanne vardır. The Gallery en iyi albümlerindendir. Şiddetle dinlemenizi önerdiğim, alanında en iyisi olan grup. Favori şarkılarım : Lethe, Lost to Apathy, Final Resistance, Lady in Black, The Endless Feed, Your Worst Nightmare, Nothing To No One, Of Melancholy Burning

Linking Park : 1996 yılında kurulmuş Amerikalı bir nu-metal/rock grubudur. İlk ismi Xero’yu 1998 de Hybrid Theory olarak değiştiremeye çalışan grup, yasal problemlerden dolayı gurubun ismini Lincoln Park tan esinlenerek Linkin Park olarak değiştirdi. 21. yüzyılın en çok albümü satın alınan grubudur. Grubun vokalisti Chester Bennighton’dur. Favori parçalarım : In The End, One Step Closer, Numb, What I’ve Done, Don’t Stay

Paradise Lost : 1989 yılında İngiltere’de underground metal grubu olarak kuruldu. Daha sonra çizgisi gothic metal olarak şekillendi. İsmi İngiliz John Milton’un kitabı “ Paradise Lost” (Kayıp Cennet) tan geliyor. Favori parçalarım : Beneath Black Skies, No Celebration, Erased, Gothic, Embers Fire, One Second, Host, Mouth

Led Zeppelin : Bu grubu tanımayan yoktur, varsa da tanıtalım. Tüm zamanların en büyük rock şarkılarından birinin sahibi olan, rock tarihinin efsane gruplarından biridir. 1968 yılında kurulan İngiliz grup, daha çok hard rock ve heavy metal müzik tarzlarının öncüsü olmuştur. 1980 yılında davulcu John Bonham ın ölümüyle grup dağılmıştır. Buna rağmen dünya genelinde 300 milyon albüm satışı yapmış, rock dünyasında bırakmış olduğu etki ortadadır. Eski severler için inanılmaz bir hazinedir. Favori parçalarım : Stairway to Heaven, Heartbreaker, Dazed and Confused, Whole Lotta Love, Fool in The Rain, The Song Remains The Same

Anathema : 1990 yılında İngiltere’de kurulmuş bir death/doom metal grubudur. Vokalistleri Vincent Cavanagh ve Lee Douglas’tır. Türkiye’de çok sevilen bir gruptur.. Yanlış hatırlamıyorsam en az 3 kez ülkemize konser vermek için gelmiştir. Rock’un damar müziğini yapanlar olarak görüldüğü de bir gerçek. Favori parçalarım : Are You There, Lost Control, One Last Goodbye, Angelica, Silent Enigma, Regret, Far Away

Lacrimas Profundere : Bir iyi grup daha. 1993 yılında Almanya’da kurulmuş doom metal grubudur. Vokalde Chridtopher Schmid vardır. Memorandum albümü ile çıkış yapmıştır. Alanında en iyilerden biridir, Dinlenesi bir gruptur. Favori parçalarım : Again It’s Over, Black Swans, Ave End, Amber Girl, The Crown of Leaving, My Velvet Little Darkness

Evanescence : Yeni nesil tarafından iyi bilindiğini düşündüğüm grup. Çıtır Amy Lee’nin vokalistliğini yaptığı, 1995 yılında kurulmuş Amerikalı bir rock grubudur. Ülkemizde de video klipleri birçok kez gösterilmiş olan Evanescence “ duman gibi dağılıp yok olmak, buhar olup uçmak” anlamına gelmektedir. Favori parçalarım : Imaginary, Everybody’s Fool, Bring Me To Life, My Immortal, Lithium, Heart Shaped Box, Forgive Me, Call Me When You’re Sober

Korn : 1992 yılında kurulmuş olan Amerikalı alternatif rock grubudur. Vokalde Jonathan Davis vardır. En iyilerden biridir. Çok sağlam fanları vardır. Favori parçalarım : Coming Undone, Evolution, Fuck That, I Want To Fuck You Like An Animal, Beg For Me, Right Now

Coldplay : 1996 yılında Londra’da kurulmuş alternatif rock müzik yapan bir gruptur. Vokalde Cris Martin vardır. Etliye sütlüye karışmayan bir tarzları var. 21. yüzyılda ünlü olmuş gruptur. Araba yolculuklarında dinlemek için birebirdir. Favori parçalarım : The Scientist, In My Place, Gren Eyes, Clocks, Yellow, Don’t Panic, Violet Hill

Oasis : 1990 yılında İngiltere’de kurulmuş bir brit rock grubudur. Vokalistleri Niam ve Liam Gallagher kardeşlerdir. Çok tuttuğum bir gruptur. Dinlemenizi öneririm, özellikle de heavy/trush/doom metalden sıkınlar için. Favori parçalarım : Champagne Supernova, Morning Glory, The Masterplan, Wonderwall, Don’t Go Away, Stand by Me, Stop Crying Your Heart Out

Rock müziğinde sevdiğim grupları kısaca tanıttım. Kaçırdıklarımı gösterecek, farklı gruplar önerecek olanlara açığım.

İyi Dinlemeler

Edit: Yorumlardan dolayı edit yapma ihtiyacı duydum. Yukarıda yazdığım gruplar dışında en iyiler arasında girebilecek gruplar var elbttte, işte :

Slayer
Megadeth
Haggard
Black Sabbath
Slipknot
Manowar
Pantera
Pentagram