Wednesday 25 March 2009

Çıldırtan Diyaloglar

1. Savunulabilir ki ispatlanamaz olan şeyler yokturlar.
Ama çoğu insan bunu şöyle düşünür:
"İspatlanamaz olan şeyleri istediğimiz şekilde yorumlayabiliriz"

B- Ne gibi?

A- Örneğin ben bakmazken şu akvaryumdaki balık hala orada mıdır?


B- Elbette.

A- İşte bu senin yorumun. Sen bana ispatlayabilir misin bunu?

B- Hımmm. Belki...
Sen bakmadığın bir anda fotoğrafını çekerim onun.
Sen fotoğrafın çekildiğini görürsün ama balığı görmezsin.
Sonra beraberce filmi banyo ederiz ve onu görürsün.

A- Hımm. Olabilir. Belki bakmadığım bir tek anda balığın orada
olduğunu ispatlamış olabilirsin ama bu bakmadığım tüm
anlarda da orada olduğunu ispatlamaz.

B- Balığı videoya çekerim.

A- Video filminde sahneler arasında yani iki ekran taraması arasında
bir boşluk vardır, ya balık o anlarda yoksa.

B- Ama sen şimdi konuyu saptırıyorsun. Ona bakarsan balığa
baktığın anlar arasında da boşluk var. Çünkü gözünün algılama
hızı saniyede 20-25 kare.

A- Doğru. Ama bu sadece bir örnekti. Hem ben konuyu tümüyle
balık örneği üzerine kurmak istemedim. Ben ispatlanabilir
ve ispatlanamaz olan şeylerden söz ediyorum. Örneğin şimdi
ortaya çıktı ki balığa sürekli bakıyor olmamız onun sürekli
var olduğu anlamına gelmiyor.

B- Ya ne anlama geliyor. Sence balık saniyenin yirmide birinde
başka bir yere gidip geliyor olabilir mi?

A- Onun doğal yeteneklerini düşünürsek hayır.

B- Peki, başka ne olasılık var?

A- Hımm. Belki de televizyon görüntüsü örneğini ele alabiliriz.
Televizyonda iki görüntü arasında, saniyenin yirmide birinde
görüntü nereye gidip gelir?

B- Tabii ki hiçbir yere. Her görüntü ayrı ayrı taranarak oluşturulur.

A- Belki bizim balığımız da öyledir.

B- Nasıl yani?

A- Ayrı ayrı oluşturulmuştur.

B- Hey bu olmaz. Televizyondaki görüntünün iki karesi farklı iki
karedir. Biz burada tek ve aynı balıktan sözediyoruz.

A- Tek ve aynı balık olduğunu nerden bilebiliriz ki. Hem zamanın
bir anındaki balık zamanın bir sonraki anındaki balıkla aynı
olsaydı, zamanın geçmediğini en azından balık için geçmediğini
söyleyebilirdik.

B- Belki de zaman geçmiyordur.

C- Hey, bakın deminden beri sizi dinliyorum ama söyledikleriniz
oldukça saçma şeyler. Özellikle seninki. Ama sen de saçmalamaya
başlayınca nesnel gerçekliği kurtarmak adına birşeyler yapmaya
karar verdim.

B- Bak arkadaşım, ben saçmalamaya başlamadım, hem kimse
seni konuşmaya da davet etmedi.

A- Bence konuşmak istediği şeyler varsa konuşsun. Hem belki
tartışmamız daha çabuk biter.

B- İyi öyleyse. Ama şunu belirteyim ki ben belki de zaman
geçmiyordur diye laf olsun diye söylemiştim.

A- Belki laf olsun diye söyledin ama bana bir ilham verdin,
ispatlayabilir misin bana zamanın geçtiğini?

B- Haydaa! Şimdi sen ciddi misin?

A- Sen zamanın geçtiğini düşünürken ne kadar ciddiysen ben de
zamanın geçtiğinin ispatlanması konusunda o kadar ciddiyim.
Bu benim hakkım.

C- Yaa, bak arkadaşım. Zaman geçiyor, çünkü demin konuşuyorduk.
Bu iş bu kadar basittir. Demin konuşuyorduk ve hala konuşuyoruz.
Demek ki arada bir zaman süresi geçmiş.

A- Ben geçerken görmedim.

C- Ne demek ben geçerken görmedim.

A- Demem o ki, şimdi kalkıp kendimi çürütmek için sana yardımcı
olmayacağım. Yapabiliyorsan bunu kendin yapmalısın.

B- Deminki konuşmayı hatırlamıyor musun?

A- Diyelim ki hatırlıyorum. Bu neyi ispatlar?

C- Tabii ki konuşmanın olduğunu şaşkın!

A- İyi de, akşamki rüyamı da hatırlıyorum ama o olmamıştı.
Hem ayrıca gene olup da unuttuğum o kadar çok şey var ki,
hafızama bırakın kesin ve %100 güvenmeyi, belki de
hiç güvenmemeliyim.

B- İyi de onu hatırlaman onun olduğunu gösterir.

A- Ya yanlış hatırlıyorsam.

B- O zaman bile bir şey olmuştur, fakat sen yanlış hatırlarsın.

A- Peki, olmuş olması da yanlış hatırlanamaz mı?

C- Bir hatırlama varsa şu anda olmamış ve geçmişte olmuş
bir "şey" vardır. Bu da zamanın geçtiğini ispatlar.

A- İyi ama ben şu anda geçmişte olmuş varsaydığım bir şeyin
hayalini kurmuş olabilirim.

B- Şu andan bahsetmen bile zamanın varlığını gösterir, zamanın
var oluşu ise zamanın geçişidir şüphesiz.

A- Şüpheli...

B- Ne şüpheli?

A- Tabii ki zamanın geçtiği. Zamanın geçmesi iki an arasındaki
değişimle tanımlanabilir. Tek bir an, şu an, bunu ispatlamaz.

C- Peki sen hiç bilmediğin, tatmadığın birşeyin nasıl hayalini kuruyorsun?

A- Aslına bakarsanız hayal diye düşündüklerim, gerçek diye sandığım
şeyleri taklit etmiyor. Şimdi ben buraya bir çizgi çizebilirim
ve bu daha önce hiç çizmeyi bilmediğim bir çizgi şekli olabilir.
Hem hayal niye gerçeği taklit etsin veya ona bağımlı olsun, bu
hep gerçek vardır ama hayal yoktur düşüncesinden kaynaklanıyor.
Kim ispat edebilir bana gerçeğin var ve hayalin yok olduğunu?
Belki de gerçek hayali taklit ediyor ve ona bağımlı!?

C- Sen daha önce yüzlerce kez çizgi çizdin. Bu kavramı biliyorsun. Hem
elini rastgele hareket ettirsen bile daha önce çizmediğin bir çizgi ortaya
çıkardı. Ayrıca çizdiğin bir çizginin aynısını bile çizmek istesen
bunu beceremezdin bence. Çünkü tıpatıp aynı olmazdı.

A- Niye bu yolu zorlayayım ki? Neden ben bilmediğim bir şeyin ya da
yaklaşık olarak bilmediğim, hiç bilmediğim bir şeyin hayalini
kuramaz mışım?

C- Kuramazsın çünkü bir başlangıç ve dayanak noktan olmaz. Hayaller
bile birşeylere dayanmak zorundadır.

A- Dayanmak zorunda olduğunu ispat edebilir misin?

B- Neden hep biz birşeyler ispat etmek zorundayız. Sen hiçbir
şeyi kanıtlamaya çalışmıyorsun, herşeyi çürütmeye çalışıyorsun.
Kanıtlamak zordur, çürütmek kolay.

A- Neden kanıtlamak zor olsun çürütmek kolay. Çürütülemeyecek
şekilde kanıtla, kanıtlayabiliyorsan. İkinin iki olduğunu kanıtlamak
kolaydır, çürütmek zor. Hem ben ispatlanamazlık üzerinde
duruyorum. Söylediğim şeylerin ispatlanabilir olduğunu savunan sizsiniz.

B- İkinin iki olduğu sadece bir kabuldür. Bu kabulle başladıktan sonra
nasıl çürütülebilir ki, zaten kabul ederek başlıyorsun. Hem ikiyi
kavramsal olarak biz yarattık, iki iki'den başka ne olabilir ki?

A- Üç olabilir.

C- Karşı çıkmak uğruna tutarsız oluyorsun. Bu saçmalığı daha ne
kadar sürdürebilirsin ki... Karşı çıktığın şeylere içten içe
inanmıyorsun. Yoksa bizim aramızda anlamlı bir şekilde varlığını
sürdüremezdin, etrafındaki insanlarla uyumlu ya da yarı uyumlu(!)
ilişkiler kuramazdın.

A- Üstünlüğü ele geçirdiğini sanıyorsun değil mi? Yanında senin gibi
konuşan beş kişi daha olsa bahse girerim kendinden daha emin
olurdun. Ya yüz kişi olsa veya yüz bin? O zaman benim
haklı olabilme olasılığımı düşünmeye bile değmezdi. Benim amacım
haklı çıkmak değildir, yanımda kimseler olmuş veya olmamış
farketmez. Benim gücüm kendimden gelmez. Ben gerçeği
arıyorum. Yolumu aydınlatan onun ışığıdır. Sahte olanın
desteğe ve yandaşa ihtiyacı vardır, sürekli kendisinin
onaylanmasına ihtiyacı vardır. Gerçek ise tek başına
bile olsa eninde sonunda galip gelecektir. Şimdi anlıyor musun
gerçeği arayan bir kişi ile onun etrafındaki gerçeği aramayan
bir grup ya da bir yığın insan arasındaki uyumlu ya da
yarı uyumlu ilişkileri? Bu ilişkiler uyumsuz bile düşse sence
kim ya da kimler, kime ya da kimlere ayak uydurmalıdır.
Görünüşte hep şöyle olmuştur ki; çoğunluk güçlü ve haklıdır.
Oysa onların gücü sahtenin gücü de olabilir. Ama bu güç
aynı karanlığın üstüne ışık düştüğünde hiç var olmamış
gibi yok olması gibi yok olabilir gerçek ortaya çıktığında.

C- Gerçek uğruna uzun bir söylev çekiyorsun. Ama bir saattir
gerçeğin gerçekliğini kabul etmiyorsun. Bunu bizim mi söylememiz
lazım. Kendi konuştuklarının farkında değilsin. Söylediklerinin
toplamda iler tutar bir yanı yok.