Thursday 25 February 2010

Ekmek Arası

"Başarılı olmak isteyen her insan için iki kritik bilgi vardır. Gücünü bilmek! Haddini Bilmek! Aslan olunca karanın kralı olduğunu bilmek gücünü bilmektir ama suya girip timsaha kafa tutmaması gerektiğini görmek ise haddini bilmektir." (Mümin Sekman)

Saturday 20 February 2010

Başkasının Kukusuyla Gerdeğe Girmek

Yine sinirimi zıplatan bir habere denk geldim. Koca parasıyla yöneticilik yapmanın meslek olarak görüldüğü yalnız ve güzel ülkemde gün geçmiyor ki “put koleksiyonu”muza yeni putlar, ilahlar daha eklemeyelim. Geyler Kulübü, Evli ama Müsait Olanlar Kulübü, Çamlıca Kulübü, Biri Bizi Fakıyor Kulübü gibi ihtiyaçtan ortaya çıkmış olan “Patronlar Kulübü”nün yeni başkanı, Cem Boyner’in ikinci eşi olan hatundan bahsediyorum. (para bok gibi ya, hatun bana dava açsa kauçuk poşetlere -ellerimizi hacı şakir ile yıkamayı unutmuyoruz- döktüğüm döllerimin bile rızkını alır götürür..) Şöyle demiş hatun : “ TÜSİAD olarak görevimiz istihdam (eskiden buna ‘ekmek veriyoruz’ denirdi, şimdi jelatinlediler) yaratmak ve işsizliğe çare olacak yatırımlar yapmaktır. Esnek istihdamı da savunuyoruz. Çünkü işsizlikte yapısal bir soruna doğru gidiyoruz. İşsizlik sadece Türkiye’nin değil küresel ölçekte yaşanan bir sorun. (Başbakanın “kriz bizi teğet geçecek” tespitinden sonra bir dahiyane tespit daha) O kadar çok değişik faktörün (saydın mı?) işlemesi gerekiyor ki (işleyen faktör pas tutmaz) verimli (montofon) büyümeye gidebilelim. Türkiye’nin verimli bir modele geçmesini sağlamak zorundayız. Bütün Türkiye’nin istihdama kavuşması, daha iyi işgücüyle çalışması çok önemli. Türkiye’de girişimciler var. ( gerçekten mi? Girişimci varsa bataklık timsahı da olmalı..)Birçoğu finansmana erişemediğinden şirket veya büyük işletme olma noktasına geçemiyor. ( poor them! Eee birçok zeki genç finansmana erişemediğinden okuyamıyor, sizin oğlunuz gibi cebinde 5.000 tl harçlıkla ABD’ de okuyamıyor?!) Kendi içinde akışkanlık sağlayacak ve belli verimliliğe gelip büyük işletme olabilecek, sürekli istihdam yaratan sisteme geçmekten bahsediyorum. ( gördük sürekli istihdam sağlayan büyük şirketleri(!)…hepiniz cıyak cıyak bağrışmaya, çalışanları kapının önüne koymaya başladınız sanal ekonomik krizlerinizde!) AB’de bunun örnekleri var. ( Alaska’da evine misafir olarak gelene eşini hediye etme örneği de var, ee!? Her bi bokta kıçınızı “Avrupa’da var”a yaslamanız ya Avrupa’dan zarar gelmez düşüncesindendir ya da müthiş zevkler yaşattığındandır) Bizim demografik yapımız farklı. (metni geniş bir ekibe hazırlattığı belli hatunun) Bütün bunları göz önüne alarak yeni bir sanayi stratejisi üzerinde çalışmalıyız. Bizim programın hedefini de bu oluşturuyor.”

Bu hatunu dinleyen de sanır ki daha çok kar etmek isteyen patronlar kulübü değil de Türkiye’de işsizlere iş sağlamak için kurulmuş yardım derneğinin başkanı. İşyeri açanın, işletme kuranın tek bir amacı vardır : kar etmek, karını maksimize etmek. İşçiye iş sağliyim, çalışma güvenliklerini sağliyim, özlük haklarını kusursuz karşiliyim; onlar da iş sahibi olsun düşüncesi olmaz. Götü mahkum olduğu için işlerini yaptıracağı birilerini işe alır. Tamam da, bu kadar alenen, bizlerin gözüne baka baka pişkinlikle yapması neoliberalizmin tavan yaptığı andır. Bakalım etrafımıza, neoliboşların aksiyonlarının ivmeli olarak arttığı, işçi hakları, sendika, sosyal haklar ve örgütlenme haklarının makaslandığı bir dönemdeyiz. Çalışan emekçiler devamlı savunmada,devamlı atakta olan sermaye ve sadece kar amacı edinmiş izbandut gibi forvetlerle cebelleşiyorlar. Kalesini korumakla hayatını tüketen bir kütleye biz “neden okumuyoruz, kültür-sanat ile neden ilgili değiliz” diye soruyoruz. Adam faturalarını zor ödüyor be güzelim!? Senin saçma sapan kitaplarına verecek artı 20 tl si var mı sanıyorsun? Her konuda ahkam kesmiş hatun; askeri kanattan tut yargı kanadına; demokrasiden tut ergenekona kadar. Bir de ulema gibi buyurmuş siyaset ekonomiye gölge etmesin diye. Hay sizin ekonominizi sikiyim. Bi kere ekonomi kitaplarının ilk sayfasındaki temel cümle yanlış : “ …kıt kaynaklarla sonsuz ihtiyaçları…” sonsuz olan ihtiyaçlar değil ihtiraslardır! Siz devam edin sizi becerenleri putlaştırmaya, kıçlarına ibrik tutmaya…iyi günler sevgili okuyucu!

Tuesday 16 February 2010

Zerdüştlü Gecelerde Hep Seni Andım Niçe, Ne Diyon Bu İşe?

Beynimin içinde kampanalar çalıyor
Önceleri sağ kulağımdaki çınlama sol kulağıma da sirayet etti
Sonsuz şakımalar içinde geçiyor uyanık olduğum bütün anlar
En rahatı uyumak.
Uyumak ne güzel bir şeymiş
Hatta uykuya dalarken bir daha uyanmama ihtimaline
Bir bebe battaniyesi gibi sarılmak!

Uykunun içinde rüyalar var; şimdilik fazla ırgalamadığım ve unutulabilen cinsten
Boynumun arkasında bir tutulma hali
Soğancığımda ara sıra bir patlama hissi veren genişleme duygusu
Ve bir başka devreye atladığımı vehmettiğim bir çarklının tık sesi!
İşte bu tuk sesini duymamak için yazıyorum
Hangi devrede olduğumu bilmek istemiyorum
Beynimin içinde kampanalar çalıyor...

Not: Yine eski günlerdeki gibi 6/12 çalışma temposuna dönmüş durumdayım.(akademik hayat senin neyine a.q) Okumalar, yazmalar, sevişmeler...sekteye uğrayacak gibi. İlgili kişilere duyurulur.

Thursday 11 February 2010

Sevgili Dölüm


Hoşgeliş ! Barajı aştın sayılır (milyonlarca spermi geride bırakmak küçümsenecek bir iş değil). Asıl yarışa girmeye hak kazanacaksın yakında. Final grubuna kalmış bir spermden öte birşey değilsin gerçekçi bir bakışla ; tüm yaşamın boyunca bunu unutma ve kendini fazla önemseme. Sadece şanslı olduğunu bil, ne de olsa senin gibi milyarlarcası her dakika lağımlara akmakta. E lağıma gitmekten yırttığın için çok da fazla sevinme, daha şık ve karmaşık bir boka batmak üzeresin. Senin bu duruma düşmene sebep olan hammadde (biz erişkinler buna “baba” diyoruz) ben olduğum için, yaşam denen bu garip şeye (biz erişkinler anlamlandıramadığımız her boka “şey” deriz) seni bi parça hazırlamam gerek. Dinle ve anlamaya çalış:

Öncelikle dünyaya geldiğin mekana bir göz atmalısın, çünkü yaşama ilişkin tüm gerçekleri algılaman için sadece bu aşama bile yeterlidir. Doğduğun yerde seninle aynı ortamı paylaşanlar olduğu gibi daha özel muamele gören şanslı bebekler de olacaktır (hemşerilik, rüşvet, adam kayırmacılık ve para gibi kavramlarla tanışmak zorunda kalacaksın). Hatta seninkinden çok daha iyi yerlerde doğanlar olduğu gibi berbat yerlerde doğanlar da olacaktır. Özetle doğduğun andan itibaren eşitliksiz bir yaşantıyla tanışacaksın ve buna bütün ömrünce tanık olacaksın (Herkesin eşit olduğu, üretimin ve emeğin değer gördüğü bir düzen de mümkün elbette ama sen yine de bunu yüksek sesle dillendirmesen iyi olur, polisler fikrine anlayış göstermeyebilir.)

Eğer erkek olursan garip bir şekilde karşı cinsten önce hemcinslerin (amcan, dayın vs.) pipini göstermeni isteyecekler (baban olarak söz veriyorum ben istemiycem) Hatta daha da ileri gidilip, komşulara ve akrabalara da gösterilecek senin pipi. Ha, eğer erkek değil kız olursan tam tersi olacak; değil eşe dosta göstermek kendin bile ilgilensen kukunla, ayıplanacak, kötü muamele göreceksin. Neden mi? İşte bunu yanıtlamak pek zor. Şöyle diyelim; çok eskiden üç beş saloz “kadınlara cinsellik haramdır” buyurduğundan. Kadın olduğunda sadece doğurman ve yuvana bağlı, sadık bir eş (!) olman beklenecektir. Erkeksen para kazanman yeterli, ötesinde ne olduğunu kimse dert etmez, kaygılanma.

Küçücük bi veletken kafana sokulmak istenen şeylerle karşılaşacaksın: din, para, ahlak, ayıp, saygı, devlet, polis, silah, milliyet, mülkiyet….bir sürü tanımla yüzleşeceksin. Hiçbirinden korkma! Seni korkutmak ve özgürlüğünü elinden almak için icat edilmiş bütün kavramların farkında ol. Sadık bir köleye dönüştürülmek isteneceksin, toplum ahlakı denilen şarlatanlık yoluyla. Bir de ilerde yaşayacağın anlamsızlıklar var ki, şu an söylediğimde aklının alamayacağı kadar saçma gelecek ama büyüdüğünde toplumsal uyuşturucularla alışmış olacağından sorgulamayacaksın bile. Ya da sorgulayıp, zindanlarda sorgulanacaksın. Örneğin askerlik diye bişey konacak önüne, yapmak zorunda olduğun. Ömrünün en verimli yıllarında bir süre, bu bir nevi tutuklu/köle halini yaşamak zorunda bırakılacaksın. Neden mi? Seni, senin gibi kimseye saldırmaya niyeti olmayan insanlara karşı korumak yalanı altında, hükümranların hırsının oyunu olarak. Gerekirse bu saçmalıkta yine senin gibileri öldüreceksin, senin gibi olmayan buyurganların hırs ve maddi kazanımları için. Şaşırma!

Aşklar yaşayacaksın. Aşk bu yaşamda önüne çıkacak en keyifli şeydir, ıskalama(bu konuda babanın pek inancı ve şansı olmasa da)! Her ne şekilde ve nedenle olursa olsun aşktan kaçma. Yüreğinin sesi, duyabileceğin en gerçek dost sestir, dinle onu mutlaka. Önüne evlilik denen birşey de konacak zorla, Kanma! Medeni hal denen bir medeniyetsizliği aşkından olman için değiştirmen istenecek evlenerek. Devletleşmen anlamına gelecek bu, aşkını devletleştirmen. Bu saçmalıklarla zaman harcama, yürek denen şey devletleşmez. Umursama!

Yaşamın en büyük iki tabusu hep karşında asılı olacak: din ve seks. Din, kişisel ve toplumsal özgürlüklerin kontrol altına alınması adına yaratılmış bir başka numara, buna da kanma! Sorgulayan ve daha çok özgürlük isteyenleri uyuşturmak için birebirdir. Tıpkı diğer uyuşturucular gibi bundan da koru kendini, her daim uyanık olmalısın.

Seks bedeninde ve düşüncende yaşayacağın zevklerin en güzelidir. O kadar güzeldir ki, bizlerin mutluluğundan mutsuz olmak gibi bir alışkanlığı olan toplum kurucu ahlak tanrıları tarafından lanetlenmiştir. Hele kadınsan asla seksten zevk almaman tembihlenir. Seks senin için bir nevi görevdir; doğurganlık ve eşini memnun etmek görevin. Erkeksen biraz daha şanslısın, en azından sevişmekten hoşlandığın için kimse seni yargılamaz, hatta övgüler bile alabilirisin. Çevrende seks hakkında söylenen hiçbir şeye kulak asma. Bilmen gereken tek şey; seksin harika bir şey olduğu ve bunu seninle yaşamak isteyen herkesle dilediğince yaşayabileceğindir. Unutma ki yaşam denen bu süreçte gerçek anlamda senin olan tek şey bedenindir ve onu istediğin şekilde kullanmandan doğalı olamaz.

İki koca şapşalla karşılaşacaksın: para ve hırs. Bunlardan ilkini elde etmen için çoğunlukla ikincisine sahip olman gerekecek. Yaşamın boyunca değişimleri hep “para” ile yapacaksın. Birinden bişey alabilmen için para gerekli olacak ve birinin senden birşey alabilmesi için de sana para vermesi gerekecek. Neden mi? Bunu da açıklamak oldukça zor, şu an açıklamam sana inanılmaz aptalca gelecek, doğup büyüdüğünde ise yine “alıştırılmış” olacağından sorgulamayacaksın. Kısaca şöyle diyelim: hani sana sözünü ettiğim ikinci şapşal var ya (hırs dediğimiz), ona çok fazla sahip bazı insanlar “diğerlerinden daha üstün olma” hastalığına tutulmuşlardır. Bu insanlar, iyilikte, yardımseverlikte ve dostlukta “daha üstün” olamayınca başka şeyler icat etmek zorunda kalmışlardır. Bunun için para, başarı, mevkii, iktidar vs. gibi bir sürü yeni yarış başlatmışlardır. Ki hepsinin içinde en önem verilen ve diğerlerini elde etmeyi de kolaylaştıran paradır. Buna en çok sahip olan, kendini diğer insanlardan değerli ve erdemli sayar. Bu “daha çok” derdindeki insanlardan uzak dur, senin diğer insanlarla yarışın sadece daha fazla ve yalın sevgi için olsun.

Tüm bunları uygular ve beni dinlersen yaşamın oldukça zor geçecektir, hazırlıklı ol. Ama geçirmen gereken bu sürecin sonunda şunu anlayacaksın: dolaylı da olsa kimseye verdiğin bir zarar ve kötülük olmadığından, paraya-hırsa tapmadığından ve aşklarını, sevişmelerini yüreğinle yaşadığından dolayı; en parlak güneşi, en yeşil ormanı, en mavi denizi ve en duru sevgileri hep sen yaşamışsın. Gülümse! Çünkü bu baban olacak adam seni lağımlara veya verimsiz tarlalara dökmeye devam edecektir.

Wednesday 3 February 2010

Kar Altında Kalan Kuantik Düşünceler

Klasik fizik dünya; taşlar, ağaçlar, yıldızlar gibi makroskopik ölçekteki evreni incelerken(makrokozmos), kuantum fiziği ise atom ve atomaltı tanecekleri gibi mikroskopik ölçekteki mikrokozmos'u inceler. Uzmanmışım gibi lakırdı ettiğime bakmayın. Yoğurdun kaymağı gibi yüzeysel kalır bilgilerim. Sadece bazı noktalara anladığım ve algıladığım kadarıyla dikkat çekmek isterim. Her ne kadar makro dünya atomlardan oluşuyor ise de, kuantum'u anlamak için makro dünyaya ait bütün mantık, sezgi ve bilgilerimizi çıkışta geri almak üzere bir kenara bırakmalıyız. Çünkü bu iki dünya tamamen farklı. Kuantum dünyasında atom tanecikleri aynı anda birçok yerde bulunabiliyorlar. Yani ölçeğin farklılaşmasıyla maddenin davranışı oran olarak değil, mahiyet açısından değişim gösterir. Yani atom tanecikleri çözümlenemez şekilde biribirlerine karışabilirler ve aynı anda birçok yerde ve halde bulunabilirler. Bu durum (süperpozisyon) sadece kuantumun bir özelliğidir, klasik fizikte bunun bir karşılığı yoktur. Yani -veya mantığı ( a veya b ) klasik fizik için geçerli iken; kuantum için -ve mantığı işlevseldir diyebiliriz ( hem a hem de b ).

Görelilik çıkışsız oluşu/sonuçsuzluğu ve karışıklığı imler. Herşeyin birbirine göre olduğu bir nesne/anlam dünyasında hangi şey son noktasına kadar çözülebilir/anlaşılabilir ki? Veya yorumların alt yorumlarından ve bunların kombinasyonlarından nasıl emin olacağız?
Böyle bir evrende emin olmak bir hayaldir. Hiçbir olasılık sıfır veya bir değildir. Mutlak/kesin hiçbir çıkış/çözüm/sonuç/referans yoktur. Ama bu hiçbir çıkış/çözüm/sonuç/referans olmadığı anlamına gelmiyor, sadece bunların mutlak kesinlikte olanları yoktur.

Sonlu çerçeveler diyarındaki her sorun, kendi tatminkar çözümüyle birlikte varolur. Sorun ve çözüm aynı elmanın iki yarısıdırlar. Eğer sizin o anki algı/anlayış çerçeveniz elmayı ortadan ikiye bölüyorsa, elmanın size görünen tarafı o an için bir sorun olarak gözükür sadece. Çerçeveniz genişleyip öbür yarıyı içine alana kadar. Elmanın tümünü görünce sorun/çözüm birleşir ve bir konu/durum olur sadece.

Kendi tatminkar çözümü diyorum. Tatminkar çözüm mutlak tatminkarlıktaki çözüm değildir. Tatminkar çözüm sıfırla bir arasında bir tatmin sunar, örneğin %95, %99, %99.9999 gibi. Neden böyledir. Çünkü herşey birbirine bağlıdır, birşeyi 'tam' çözmek demek herşeyi 'eşzamanlı' çözmek demektir ki; sonsuza kadar giden sonlu çerçeveler diyarında bu, 'sınırsız bir alanı görmek' anlamına gelir. Ama görmek kendi doğası gereği sonsuz değil sonludur. Yani görebilmek için sonlular/sonluluk gerekir.

Tıpkı fizikteki gibidir bu tatminkar sonuçlar. Fizik de tümüyle görece bir dünyada varolur. Ama bizi tatminsiz bırakmaz. Tatmin etme sınırları çok geniştir. Örneğin Newton fiziği tümüyle doğru değildi ama çok büyük oranda tatminkardı ve hala da birçok durum için (ışık hızı çok büyük bir hız olduğu için) direkt kullanılmasında bir sakınca yoktur.İşte bu noktada kuantum basamaklardan sözedilebilir. Newton fiziğinden öncesi bir kuantum basamaktır. Karmaşa ve anlamayışın fazla olduğu bir zaman. Newton fiziği bir üst kuantum basamaktır. Artık bu karmaşa aşılmış olur. Görelilik fiziği ise bir üst kuantum anlayış basamağıdır. Bu basamaklardan bir kez çıkan bilinç tekrar alt basamağın karmaşaları arasında boğulmaz. İnsanlar arasındaki birbirini anlama ve yorumlama dünyası da benzer kuantum basamaklara sahiptir. Yani bir alt basamağın kafa karıştırıcı yorum/altyorum/altaltyorumları artık gerilerde kalır ve onlar üzerine 'tatminkar' anlayışlar elde edilmiştir. (Aşk konusundaki anlayışların aşkı zedelemesi konusu görecelidir. Aşk üzerine hiçbir şey bilmeyen birine bunlar aşkı biraz anlatabilirler. Ama görece ne kadar derin yaşanırsa mevcut/yüzeye çıkmış bilincin dili o kadar yetersiz gözükür. Aşkın ne olduğunu %100 söylemek diye birşey bu evrende sözkonusu olmasa da, ne olmadığı ve neye benzediği üzerine olan anlayışların/ifadelerin kuantum basamakları yukarıya doğru sürer gider.)
Bu kuantum basamaklar merdiveni hem nesne hem anlayış/bilinç dünyasında sonsuza kadar uzarlar. Aşağıya doğru ve yukarıya doğru. Merdivenin neresinde olduğunuzu bilemezsiniz, çünkü ne başı vardır ne de sonu. Sadece merdiven üzerindeki başka varlıkları görürsünüz, onlara 'göre' birşeyleri değerlendirebilirsiniz.

Çıkış, çözüm arayışı ne demektir? Bu iyi gibi gözükebilir ama aslında çözüm dediğiniz şey 'arzulanan bir son'dur. Her ne kadar arzulansa da gene de bir sondur. Bir son ise ne demektir? Merdivenin bir sonunun olması veya sonlu çerçeveler diyarında dışına çıkılamaz bir çerçeve ile karşılaşmanız demektir. Mutlak çıkışlar/çözümler/sonlar kendini tutsak bulmaktır. (Aşkın ne olduğunu %100 söyleyen bir dil, aşkı sınırlamaktan başka birşey yapmış olmazdı.) Asıl bunların göreli değilde mutlak olarak varolmaları en büyük sorunumuz/sonumuz olurdu. En büyük çözümümüz bir anda bizim gene en büyük sorunumuza dönüşürdü.

Oysa sonsuz kuantum basamaklı merdiven bize mutlak olmasa da (ki olmaması hayrımıza) bir sonraki basamağı sunuyor. Yani göreceli/tatminkar olarak bize çözüm sunuyor. Yani en iyi durumu sunuyor görelilik. Zaten düşünürseniz görelilik sonsuzluk kavramından çıkmış birşeydir. Sonsuz, dışı olmadığı için dışında bir mutlak referans sunamaz. İç referanslar ise mutlak değil görelidir. Bu yüzden sonsuzluğun olduğu yerde herşey göreli olmak zorunda kalır. Sonsuzluk ve görelilik aynı şeydir.