Monday 21 December 2009

Bir Agnostiğin Geridönüşü

"Game is over" demiştik bir önceki yazımızda.(Siktir et onu, unut!) Kusura bakma okuyucu sözümü yerine getiremeyip tükürdüğümü yalıyorum, en azından şimdilik! Web sitesi hazırlayacak modda değilim. Akıp giden hayata adapte olacak modda ise hiç değilim! Bugün 21 Aralık, yani kışdönümü. Hergün karanlığın 1-2 dakika kısalıp, aydınlığın uzayacağı bir sürece giriyoruz. Fakat doğadaki bu aydınlanma ne ülkemizde ne dünyada ne de bende pek yok sevgili okur. Yazacak çok şey var ama gelin bugün size tekrar kavuşmamın fakat kendimi kaybetmemin formatına uygun bişiyler karalayalım.

Toparlanamaz bir düşünce çukuruna düştüm galiba çünkü; uzun zamandır bir türlü netleşmedi... Galiba en net hallerinden birisini sonsuzluk kavramı üzerine alıyor. Sonsuz nedir? Sonu olmayan kavranabilir mi? Ufuk çizgisi ve sonsuzluk kavramları karşılaştırıldığında durum biraz daha netleşiyor sanırım... Ufuk çizgisi insan gözünün uzaklarda son olarak gördüğüdür ama o çizgi bir bitiş değildir. Yada hiçbir zaman onu yakalayamaz çünkü her ileri adım atması ile ufuk çizgisinin bir adım ileri gitmesi nedenseldir. Ama bilir ki, ufuk çizgisi onun sadece gözünün yetersizliğinden beslenir. Daha yeterli hale, icat ettiği aletlerle getirdiği zaman, yeni bir ufuk çizgisi ile karşılaşır.

Sonsuzluğu da bir ufuk çizgisi olarak görmemem için mantıki bir sebep bulamadım... Sonsuz, sonunu bilmediklerimizin ufuk çizgisidir. Sonsuzun sonudur bu ufuk çizgisi . “Gelecekte aşılabilir yada aşılacaktır bu ufuk çizgisi” diyebilirsiniz ama her aşılmanın yeni bir ufuk çizgisi doğurmasını nasıl aşmayı düşünüyorsunuz ha? Bu aşılamaz olan kavrayış sınırımızdır diyesim geliyor a.q. Bu mutlak olan bir sınırdır. Yaratık ve ne kadar güçsüz olduğumuzun bir ispatıdır .... mutlaktır diyince “kimse mutlak üzerine konuşamaz çünkü dedikleri kendi fikirleri yani izafi şeylerdir” gibi düşünceler ile yanlışlanabildiği sanılıyor . Göreceliliğin kendisi mutlak mıdır? Bu soruya verilen olumlu cevap zaten görecelilik ile çelişir. Verilen olumsuz cevap (mutlak değildir), yani görecelik kuralı bazen işler bazen işlemez cevabı da kuralın işlemediği hallerde görecelilikle çelişkili olur.... bu mutlak olanın yadsınamazlığının ispatıdır.

Değişim kavramında anlatmak istediğimi örnekler. Her şey değişir önermesinin mantıksız olması, demek istediğimdir. Her şey değişemez çünkü değişim değişmez. Değişim diğer kavramlara bağlı olan ve onların değerlendirilmesidir. Gözlenen bir kavramın bir önceki zaman ile bir sonraki zaman arasındaki farkıdır. Bu gözlenen kavramlara ilk basamak dersek bu basamağa bağlı olan ve bu basamağın gözlenmesi olan değişim kavramını da farklı bir basamağa koymak gerekir. Farklı olan bu basamak kavrayış sınırımızın son basamağıdır. Son basamağı ilk basamakmışçasına düşünerek hareket edilse bile, son basamak sınırı aşılamaz. Çünkü diğerinin gözlemi, yani ilk ve son basamak ayrımı fiilin kendisinden meydana gelir. Her diğerini gözleyişin ve vardığın değişim yargısının iki öznesi de mutlaktır. Bu “ikilik” mutlaktır. Hangi özne ile kavramaya çalışırsak çalışalım, bunun böyle olduğunu görürüz...

Başka örnek olacak kavramlardan biri ise “bir” kavramıdır (sanırım bu örneği Permenides adlı filozoftan gördüm.). Mutlak olarak bir’in kavranamazlığına dair bir örnek. Kavrayabildiğimiz şeylerin içi ve dışı olarak açıklamaya çalışayım. Kavrayış sınırlarımızda olan her şeyin içi ve dışı olmak zorunda. Bundan kastettiğim, herşeyi diğerlerinden ayıran bir sınır çizgisine sahip olmasıdır. Burdan yola çıkıldığında, sınır çizgili olan her şey içinde bir dışarısı kavramı olması zorunludur. Sonuçta varılan nokta ise bir’i kavradığımızı iddia ediyorsak sınır çizgilerini ve böylelikle bir'in dışınıda buna bağlı olarak zorunlu bir şekilde ortaya atılmış oluyor. Ortaya atılan ise iddia edilen biri kavramak eyleminde aslına iki’nin olduğu ve iki’yi kavrarken üçün olduğu vb... Bunlardan çıkaracağımız basit sonuç ise sınırlı bir düşünme gücüne sahip olduğumuz değil de nedir ?

Tüm bunlardan sonra bir sonraki adım ve varılacak nokta ise tek kelimedir... bilinemezlik... güçsüz olduğun ve kavrayış sınırın ispatlandığında, bilemeyeceğin hakkında fazla bir şey söylemeye gerek kalmaz zaten. Bilinemezlik tek bilinebilecek olandır... Bilinemezlik ile ne açıklanabilir? Yada ne işe yarar, ne vaat eder? Bilemediğin bilginin senin açısından ne önemi vardır vs. gibi sorular hep bilmenin sonuçları üzerine kurulu... Bilinemezlik ise bu bilme eylemini gerçekleştiremeyeceğim gerçeğinin bir tesbiti,sınırı ve açıklamasıdır. Bu açıklama bilmenin yanında, tatmin edici olmadığı açık ama sınırlı olduğunu fark eden yaratıkların, tatmin olduğu da nerde görülmüş? Sınırlı olduğunu kavramak yani bilinemezliği fark etmek akıl sahibi yaratıklara özgü olabilir. Biz bu bilinemezlik bilgisini de fark etmeyebilirdik (tabi mantık ile farkediş nedensel ama. Sistem bunun fark edilmeyişi üzerine tasarlanmış olabilirdi. Böyle bir tasarlanmış sistemde yaşadığımızda, şu an karnı doymuş bir aslan(hayvan) kadar mutlu olurduk... ki bizim erişemiyeceğimiz bir mutluluk .... aslında bu mutluluğu insan bilinci ile değerlendirdiğinde, tamamen kendini kandırmaca. İnsan bilinçsiz ise böyle bir soru sorulması dahi söz konusu değil. Burada hayvanların hazlarını yüceltmek amacında değilim, ki terk edemeyeceğimiz bilinçte bize bu hazzın ne kadar mantıksız olduğunu söyler durur. Ve eğer bilinç bilinçsizlikten üstün tutuluyorsa, bilinçlinin hazzının da bilinçsizden üstün olduğu söylenebilir. Bu hazzı, bilinemezlik veriyor mu? Bilinemezlik sadece acı veriyor ve kendini bi bok sanarken aslında fasülyenin bile senden daha mutlu olduğunu fark ettiriyor.

Mutsuzluk yada hazsız olması, bilinemezliğin sonuçlarının hatalı olduğunu gösterir mi bilmiyorum. Belki kişisel olarak mutsuzluğu sapkın düşüncelere ya da inanç eksikliğine bağlamakta mümkün ki, sapkınların da diğerleri için tersini düşündüğü gibi. Önemli olan bilinemezliğin mantıki olarak yanlışlanması. Çünkü sonuçlarına bakarak, bu düşünce yanlış olmalı denebilir belki, ama sırf beğenmediğim için yada hazcılık için gerçekten vazgeçmem mantıksız olmaz mı? Şu anda bu düşünceyi mantıki olarak çürütmeye çalışıyorum.

Aslında son olarak, karmaşık olarak bir öz eleştiri yaparsam; böyle bir düşünceye ulaşmadan ki amacımın şu andakinden pek farklı olmadığını ve benzer nedenler ile benzer sonuçlara yol alabileceğimi hissettim...Hislerime sokayım!

Dün gece ufaklıklarla yaptığım telefon görüşmesinden bana ait almam gereken bir mesaj varmış gibi geldi.

Mert - ..dayiii , büyük fenerbahçe..mama yiyom
Naz - Dayı, Mert salatayı karıştırdı ve balığın üstüne tuz döktü
Anneleri - Hadi bakalım dayınıza "kendine iyi bak" deyin
Naz - Kendine iyi bak dayı
Mert - Dayi kendine gel...

2 yaşındaki yeğenim bile anladı galiba ne kadar dağınık olduğumu. Bugünkü dersimiz de burada sona eriyor. Bir dahaki dersi...
Evet, tekrar merhaba sevgili okuyucu.


3 comments:

hakruz said...

kendine gelmeye başlamışsın ama yolun henüz başındasın:)

7.oda said...

yazmak öldürür.. ölmeden kurtuluş yok bu yazma olaylarından.. bazen uzak kalmayı başarsa da insan eninde sonunda dönüyor.
bekliyordum..
hoşgeldin yeniden :)

Nik said...

@hakruz : varılacak bir durak yoksa yolun başında veya sonunda olmanın ne anlamı var ki?

@7.oda : yazmak da yazmamak da ölümü sevmenin en iyi yolu bence...yazmak; bir bardak buzlu viski gibidir, mütemadiyen içmek istersin ama bazen de bırakmak...bırakamadım! hoşbulduk :)