Wednesday 12 August 2009

Aşk Matrixi




Öyle bir hayat yaşıyorum ki,
Cenneti de gördüm cehennemi de
Öyle bir aşk yaşadım ki
Tutkuyu da gördüm, pes etmeyi de.
Bazılar seyrederken hayatı en önden,
Kendime bir sahne buldum oynadım.
Öyle bir rol vermişler ki,
Okudum okudum anlamadım.
Kendi kendime konuştum bazen evimde,
Hem kızdım hem güldüm halime,
Sonra dedimki 'söz ver kendine'
Denizleri seviyorsan, dalgaları da seveceksin,
Sevilmek istiyorsan, önce sevmeyi bileceksin,
Uçmayı seviyorsan, düşmeyi de bileceksin.
Korkarak yaşıyorsan, yalnızca hayatı seyredersin.
Öyle bir hayat yaşadım ki,
Son yolculukları erken tanıdım
Öyle çok değerliymişki zaman,
Hep acele etmem bundan, anladım...
F.Nietzsche


Aşkı araştıran bilimadamlarının ortaya çıkardığı sonuç pek şiirsel olmasa da bilimsel bir veriyi ortaya koydu. Aşk beyindeki görüntü, hormon ve genlerle anlaşılabiliyor. Amerika`daki Emony Üniversitesi`nden Larry Young`Aşkın biyolojik temelleri var. Bazı önemli etkenleri artık biliyoruz` diyor. Araştırmalarını bir çift fare beyni üzerinde sürdüren Young, aşık insan beyninin ön tegmental bölgesindeki farklılıkları inceliyor. Aşkı kalbi veya götüyle yaşayanlara duyurulur. Aşkın MR’ını çekmeden evvel, aşk ve sevgi arasındaki farkları uzman gözünden şurdan okuyun.


Öncelikle bilinmesi gereken, bu aşk denen olgu, üzünçle beslenen bir egzantirik matrixtir. Konumuza “kahraman” olabilecek tüm zevat, bu üzünç meselesine örnek teşkil etmektedir. Frenk illerinden ithal Romeo&Juliet ikilisi, Leyla&Mecnun, Tahir&Zühre gibi bir sürü arkadaş gayet trajik bir aşk hayatı yaşamışlardır. Sözün özü, Aragon Bey’in dediği üzere “mutlu aşk yoktur!”. Gerçi buna Melih Ergen “yazılı mutlu aşk yoktur!” şeklinde bir yanıt vermişse de Luis Abi’ye ulaştırmakta geç kalmış ve bir polemik başlamadan bitmiştir. Aşkların mutlu sonuçlandığı yerler sadece masallardır. Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler falan gibi masallarla aşk simsarları son derece akılcı bir yöntem izleyip gelecekte müşterileri olacak çocukları hedef kitle olarak değerlendirmişler, aşkı mutlu sonla biten, güpgüzel bişey gibi tüyü bitmemiş bebelerin beyinlerine kazımışlardır. Bu tertemiz dimağlar gelecekte “lan bu aşk süper bi hadiseydi, derhal yazılayım” şeklinde bir yanılgıyla olaya dahil olacaklar ve elbette “erişkin” aşkı ne demektir, acı bir deneyimle öğreneceklerdir. E tabii bu arada bir sürü aşk şiiri, şarkısı, öyküsü, romanı, filmi…hızla tüketilecektir “aşık” arkadaş tarafından. Yüzlerce yıllık müthiş bir pazarlama sistemi!

“İyi de usta, saptama okuyacak olsam seni değil Ayşegül Aldinç’in köşe yazılarını okurum. En azından bacakları seninkilerden güzel” şeklinde bir yaklaşım elbette bu noktada beni incitecektir (yani en azından bacaklarımı görmüş olan biri söylemeli bunu). Bu tarz önyargılı yaklaşımlara sebebiyet vermemek için derhal konuya dair somut çözümler, reçeteler sunayım. Sonuçta bilimsel bir yazının olmazsa olmaz unsurlarından biri olan matrisi (matrix başka bişey, bu sözünü ettiğimde uçan insanlar ve seçimi zor renkli haplar falan yok) kullanarak aşkı algılama biçimimizi masaya yatıralım ilk etapta.

Kafanızda bir grafik çizim yaratın; hani olur ya, “L” şeklinde, sıfır noktasından yukarı doğru çızıkların yükseldiği. Bu çızıkların biri erkeğin aşk eğrisi, diğeri kadının. Erkek eğrisinin hareketi şöyledir: Hatunu gördüğünde yükselme süreci başlar, olayı bağlayana dek sürekli yükselir, “evet” yanıtını alınca ilk “tavan”ı yapar. Ama asıl tavan yaptığı ve derhal satılması gereken nokta, ilk kez sevişildiği andır; erkeğin aşk eğrisi “top” seviyeye ulaşmıştır. Buradan itibaren iniş eğilimi hakim olur ve sıfıra doğru inişe geçer çızık. Top noktada kalış süresi yaşanan seksin (seks mevzu aşağıda daha ayrıntılı olarak incelenecektir) “sıkı” oluşuyla ilintilidir. Ama mutlaka düşüş bu noktadan itibaren yaşanır.

Kadının aşk eğrisi bambaşka bir seyir izler. İlk etapta “gördüğü” erkek genellikle onun için bir şey ifade etmez. Yalandan “ay kız, şu adam ne hoş, di mi?” falan yapabilir ama bu onun eğrisinin harekete geçmesiyle bağlantısız, son derece “aa ne güzel çanta” hesabı bi lakırdıdır. Erkeğin ona yaklaşımı, ısrarı, beğeniliyor olma güdüsünün verdiği “adam bana hasta” sendromu, elemanın karizması, maddi durumu, işi, görüntüsü, kültürü vs. gibi bir sürü asal sayının toplanmasıyla elde edilen sayı, onun eğrisini harekete geçirecektir. Kısacası, erkeğin eğrisi çoktan yol almışken, kadının eğrisi sıfır bazında takılmaktadır. Ama bu elde edilen sayı, kadının envanteri için bişey ifade eder haldeyse, eğrisi inanılmaz bir ivme kazanır. İlk sevişme, kadının eğrisinin yönünde herhangi bir sapma yapmadığı gibi, daha da yüksek bir seyre girmesine neden olur. Bu andan itibaren erkek ve kadının eğrileri ters orantılı bir seyir izlerler. Aşk hadisesinin koptuğu ve çözüme ulaşması gereken nokta, tam bu “seks noktası”dır.

Reçete ve çözümler kısmına bir parantez açıp, seks sorunsalına bir göz atmamız gerekiyor. Seks, aslında aşka ithaf edilmeye çabalanan bir spor hadisesidir. Yani vakt-i zamanında kendini bilmez bir deyyus çıkıp da “yok öyle durduk yerde sevişmek, önce bi sorti aşık olun” demeseymiş, eminim şu anda olimpiyatlarda sevdiğimiz ve madalya umudumuz olan bir dal halini alacaktı. Yoksa bu da bir tür “Medeniyetler Çatışması” kurgusu olabilir mi? Neyse, konuyu dağıtmayayım, Türk’ün Türkten başka dostu yok valla.

Bedensel utanç, insanlık tarihinin en sıkı paranoyalarından biridir.
Nasıl ki açık havada kakanızı yapıp, incir yaprağına silinmek “çok ayıp” olarak değerlendirilmiş ve tuvalet kağıdıyla klozet icat olunmuşsa, seks için de aynı muamele uygun görünüp aşk ambalajı zorunlu kılınmıştır. Bir nevi “böyle estetik durmuyo, bi de şununla deneyelim” durumu.

Aşka böyle bir zevkli spor hadisesi eklenince işin duygusal boyutu şaşmış ve “işlevi mi, boyutu mu?”, “lütfen erken boşalma Hıdır!”, “ooo, memeler taş” gibi bir yığın “başka” eklentilerle de uğraşılmak zorunda kalınmıştır. Kadınlar öyküsel şeyleri sevdiğinden işin spor kısmına bir dolu anlam yükleyip, “senin oldum!” tadında bir yaklaşım sergilemeyi ve zavallı seksi bu amaçla kullanmayı (tüm kadınlar tilkiden evrilmiştir) yeğlemişlerdir. Oysa erkekler spor kısmında yoğunlaşıp, diğer uhrevi (!) eklentileri “hı hı, öyle valla” dozunda geçiştirmeyi seçmişlerdir. Maksat, ikinci sevişmede problem çıkmasın.

Sadede geleyim, reçetenin özü şu, aşkın içinden seksi attınız mı olay tamamdır! Böylece eğrilerde doğru orantılı yükseltiler ve yaşanmışlıklara bağlı düşüşler birlikte yaşanacaktır. Bir çeşit eşgüdüm ile tamamen duygusal ve “ah, canım aşkım” tadında inceliklerle süslü bir ilişki yaşanacaktır. “E, sekssiz naapıyım ben aşkı be?” diyenlere söylenecek lafım yok, ben aşk konulu bişey yazdım, size “seks garantisi” vaadetmedim ki. O konuda yazmam için Haydar Dümen, Klaus Kinski, M.Ali Erbil falan gibi başkaca ustaların eserlerini okuyup donanmam lazım. Ha, beklerseniz sorun değil, bir kaç ayda bu anlamda da ışık saçar hale gelirim, yeminlen!

Son olarak Haydar Dümen’e kişisel bir sorum olacak.

Sayın Dümen,

Sertleşme problemi yaşıyorum, acaba jöle sürsem sertleşir miyim?

2 comments:

7.oda said...

yazındaki "ilk seks sonrası ivme kazanma ve düşme" bölümlerinden sonra tek söyleyebileceğim şey: sanırım ben bir erkeğim !?!?!?!?!?

Nik said...

O zaman bende bir kadınım!? Şık bir çanta düşlemesem de eğrimin tersine çalıştığı durumlar olacaktır. Fonksiyondaki değişkenlere göre sonuç değişir...