Saturday 29 August 2009

Laikler Neden Dincilerden Korkar?

Tayyibo Karmasının en önemli sac ayaklarından biri hiç kuşkusuz dindir. Şu anda dünya üstünde yaşayan insanların büyük bir çoğunluğu şu veya bu dine inanmaktadırlar. Geçmişte de tablo aynıydı. Bilimin ve teknolojinin gelişmesi, bilimi yadsıyan felsefelerin geniş yığınlar arasında kök salması durumu pek fazla değiştirmedi. Hiçbir dine ve Tanrı’ya inanmayanların dünyadaki oranı yüz yıl önce yüzde kaç ise, bugün de herhalde en çok bunun birkaç katıdır. İnsanın dine ve doğaüstü bir yaratıcıya inanmasının nedeni ne? Siyasal sonuçları ne?

Din çoğun gericiliğe hizmet ediyor. Neden? Çünkü din, insanlar arasında var olan eşitsizliği kabul ediyor ve meşrulaştırıyor. İnsanlar arasında güç yönünden, iktidar yönünden, servet yönünden büyük farklılıklar bulunacağını kabul ediyor ve bunu değiştirilmesini değil buna katlanılmasını salık veriyor. Zenginlere ve güçlülere düşen tek görev güçsüzlere ve yoksullara acımak ve onlara biraz yardım etmek. Hiçbir din yoksulluğu ve eşitsizliği tümüyle ortadan kaldırmak için bir sistem değişikliği önermiyor. İsyan edenleri harislikle, asilikle suçluyor, katlananları ise yüceltiyor. Tek telafi mekanizması olarak başka bir dünyayı, başka hayatları öneriyor. Din insanın doğasının kötü ve kusurlu olduğunu ve bunun değiştirilemeyeceğini söylüyor. Yapılacak tek şey günahlara, kusurlara karşı Tanrı’dan af dilemek. Din, Tanrı korkusu olmaksızın insanların hiçbir kurala uymayacağını, birbirini boğazlayacağını söylüyor. Düzenin korunması için en etkili gücün dinsel eğitim ve Tanrı korkusu olduğunu vurguluyor.

Din adına ve dinsel nedenlerle çıkan savaşlarda ve çatışmalarda dünyada binlerce yıl içinde yüz milyonlarca insan ölmüş, yüz milyonlarca insana din adına işkence edilmiş. Üstelik baskıcı dinsel sistemlerin hiçbirinde suç ortadan kalkmamış. Hemen her dindeki, hemen her ülkedeki insanlar dine karşı bu yönde sorgulayıcı tutumlara aynı yanıtı verirler. Tüm bunlar dinin, dinlerinin kabahati değil, başka dinlerin kabahati! Öte yandan kendi ülkelerindeki kendi dindarlarının açık kötülükleri ortaya çıkmışsa, bu yine o dinin kabahati değil; onu yeterince anlayamamanın, kavrayamamanın, uygulayamamanın ya da kötüye kullanmanın sonucu! Başka deyişle, kutsal inanç hangi kötülüğe yol açarsa açsın, bu onun suçu değil; onu anlayamayan bazı insanların, sapkınların suçu! Din olgusunu ve siyasal sonuçlarını insanın evrimsel ve biyolojik sınırlarını kavramadan anlamak olası değildir. Olaya biraz da demokrasi, özgürlük, laiklik ve İslamiyet penceresinden bakalım.

Ilımlı İslam diye bir şey söz konusu olamaz. İslam kuralları dogmatiktir. Pragmatist yaklaşımları kabul etmez. Zamana ve şartlara göre bir uyarlanma olması söz konusu değildir. Bu açıdan laiklik ilkesi reforme edilebilir belki, ama İslam kati surette hayır.

Şimdi önümüzde bir çelişki duruyor; demokrasi mi, İslamiyet mi? Pragmatizm mi, dogmatizm mi? Bunlardan ikisinin bir arada olması pek mümkün görünmüyor. İşte batı bunu gördüğü için, bu durumu (çelişkiyi) meşru kılmak adına kendilerine laikliği, bize ise ılımlı İslamı laik görerek orta yolu bulmakta.

Türban ve ferece modernlik adı altında beni rahatsız etmez. Dolayısıyla bireysel özgürlük açısından türbanı destekliyorum. Kişi ister ferece giyer, ister çıplak kıyafeti giyer. Bu tamamen onun tasarrufudur. Üniversitelerde ve kamu alanlarında da türban serbestisi taraftarıyım ancak kılık kıyafet kanununun revize edilmesi şartıyla. İsteyen şortuyla, isteyen de sakalıyla gelsin.

Türban takanların pek çoğu inançlarının gerektirdiklerini yerine getirmeye çalışan insanlardır şüphesiz. Keza dini inanışları bizi pek ırgalamaz. Tamamen ilahi güç ile inanan arasında olan bir ilişkidir bu. Kutsal kitaba göre bir inananın sorumluluğu sadece Tanrı’ya karşı değildir. Diğer insanlara da Tanrı’nın koyduğu kurallara uymaları yolunda çağrılarda bulunmak, insanlık alemine İslam dinini yaymak da Tanrı nezdindeki diğer bir sorumluluğudur. Neticede cihat(ki 2’ye ayrılır) daha çok bu 2. temele dayanmaktadır. İslamiyet’te insan öldürmek en büyük günahlardandır. Fakat bu cihat adı/Allah yolunda) altında yumuşatılarak, yine İslam’a dayandırılarak meşru(günah olmayan) kılınır.Burada koşullara göre doğru/yanlış izafiyeti ortaya çıkmakta.

Bir diğer sorunsallık da; bilim konusundadır. Bilimin, kısmen de olsa bütünüyle de olsa din ile çeliştiğini söyleyebiliriz. Bunu öne sürdüğümde bana hep Peygamberin söylediği iddia edilen “Bilim Çin’de olsa da onu oradan alınız” sözü öne sürülür. Din mutlak kabullenmeyi gerektirir, dogmatiktir. Oysa felsefe ve bilim bize her şeye şüpheyle bakmamızı, sorgulamamızı, eleştirmemizi söylemiyor mu? Durum böyle iken din ve bilimin bir arada mevcudiyeti tam anlamıyla mümkün müdür? Yoksa her şeyi kılıfına mı uyduruyoruz?

Demokrasi = Özgürlük denklemini baz alanlar, türban yasağı olan yerde demokrasiden söz edilemeyeceğini savunuyorlar. Kanımca demokrasi özgürlük demek değildir. Demokrasi, bireysel özgürlüğü sınırlayıcı bir yapıdır. Başkalarının özgürlüğünün başladığı yerde (ki bunun için iki kişi yeterlidir) bizim özgürlüğümüz kesişir. İşte bu kesişme alanını hukuk düzenler. Demokrasi de bu hukuk alanı çerçevesinde özgürce hareket edebilmektir esasen.

”Demokrasinin vatanı Avrupa’dır. Demokrasiyi belirli bir fikir akımıyla özdeşleştirmek pek doğru değil. Demokrasi, ideolojilerin ötesinde bir olgu. Batı uygarlığının, gelişme çizgisinde yer alan ve bu uygarlığın bir ürünü olduğunu söyleyebiliriz”. Madem ki demokrasi Batı’nın özgüllüğüdür, Avrupa’da; Batı-dışı ve İslam toplumlarında bulunmayan ne vardır ki, bu siyasal yönetim biçiminin vatanı Asya, Yakın Doğu veya İslam toplumları değil de Avrupa olmuştur? Çünkü İslam dini demokrasiyle bağdaşmıyor. İslam, tevhid ilkesi üzerine temellendiği için insan ve toplum hayatının tüm alanlarını kapsar. Batı’da din ile siyasal alanın birbirinden ayrışmasını mümkün kılan düalizm(laiklik), İslam toplumlarında mümkün değildir. Çünkü İslamiyet’in vazettiği birlik ilkesi uyarınca, İslam toplumlarında tekçi bir kültür kodu geliştirilmiş bulunuyor. İslamiyet’te iktidar ilahi kelam ile hukukun birleşmesinden meydana gelmektedirler. Allah yetkisini ve otoritesini hiç kimseye devretmiş değildir. Tevhid ilkesi din-devlet anlayışını meydana getirmiştir. Böylelikle, İslam bireyi uhrevi hayatına hazırlayan bir vahiyden ibaret değil, dünya işlerinde hayatının tüm boyutlarını tanzim eden, bütünsel bir doktrindir. Bireyin mensup olduğu toplum da Allah tarafından buyrulmuş olan bir düzenleme olduğuna göre, müslümanın şeriat dışında bir toplum ve siyaset teorisini tasavvur etmesi ve bunu uygulamaya çalışması düşünülemez.

Müslüman için hedef, kurduğu kurumların şeriata uygun olması ve bu yönde çaba göstermektedir. Devlet esaslarını Şeriat’tan aldığı gibi, amacı da şer’i hükümlere uymak olacaktır. İslam toplumu yurttaşlardan değil, müminlerden meydana gelmektedir. İslam’da dünyevi ve uhrevi iç içe geçmiş bir bütündür. Bu nedenledir ki, demokrasinin temelini oluşturan sivil toplumu İslam toplumları hiçbir zaman gerçekleştirmez. İslam yönetim biçimi,”adalet,eşitlik ve diğer insani faziletlerin, sınırlarının insanlar tarafından çizilmesini kabul etmez. Bunun mantıki bir uzantısı olarak, egemenliğin halka(veya ulusa) ait (İslamcılar Atatürk’ü bu yüzden sevmezler ki, kendi konteksleri itibariyle de haklılar)olduğunu öngören çağdaş siyasal felsefe de İslam’a ters düşmektedir. Egemenlik Allah’ındır. İnsanların görevi ise onun emirlerine itaat etmektir. Allah’ın Şeriat’ına uymaktır. Dolayısıyla laikçilerin, demokratların, cumhuriyetçilerin ve benzer dünya görüşüne sahip olanların türbana, imam hatip liselerine ve benzeri hassas konulara yoğunlaşmaları, duyarlılık göstermeleri sanırım çok doğal ve mantıkidir. Demokrasiyi arzulayan insanların bu konuda titizlik göstermeleri demokrasiye aykırı değildir.

Şimdi türban yasağı olan bir yerde demokrasi savunuculuğu yapanların samimiyetsiz, tutarsız gibi görünmesinin bir başka boyutunu sanırım gösterebildik.

Yukarıda anlattığım üzere demokrasi İslamiyet içerisinde tecelli edemez. Dolayısıyla türban ve benzeri konularda duyarlı olan insanlar salt bu açıdan gerçek demokratlardır. Bu açıdan bu ülkede demokrasi vardır. Kanımca asıl samimiyetsiz, tutarsız olan taraf türban arkasına sığınan taraftır. Gerçek mümin Şeriat çerçevesi içerisinde yaşamalıdır. Böyle gerçek müminiz diye geçinenlerin laikliği, demokrasiyi ve Atatürkçülüğü sahiplenmeleri çok tutarsız ve samimiyetsiz bir tutumdur. Demokratların laikliği savunmaları ve bu konuda duyarlılık göstermeleri makuldur. Aynı şekilde şeriatı arzulayanların da bu konuda adım atmaları doğaldır. Burada demokrasi ve Şeriat karşı karşıyadır. Siyasi gücü ve toplumsal desteği iyi kullanan tarafın emeline ulaşacağı açıktır. Ayrıca bahsettiğimiz demokrasi, özgürlük ve türban kavramları siyaset dışında tutulamazlar, muhakkaktır ki siyasaldırlar. Ama salt bireysel özgürlükler açısından bakarsak bu başka bir tartışma konusunu teşkil eder.
Aklıma gelmişken İslamcıların laik, demokratik, ılımlı bir İslam yaşamı sürmeleri; sosyalistlerin, anti-emperyalistlerin kapitalizme ve emperyalizme hizmet etmeleri gibi paradoksal bir tutumdur.

‘Son olarak cumhuriyet bu kadar zayıf mı ki türbandan dahi çekiniliyor’ görüşünde olanlara cevap verelim. Cumhuriyet; insanların onu benimsediği, kabullendiği sürece yaşam bulacaktır. Bir rejim değiştirmenin devrimsel ve hukuksal iki boyutu vardır. Yazının karışık olduğunu biliyorum. Özü itibariyle, bir müminin şeriatı, bir demokratın da laikliği desteklemesi doğaldır. Bu ikilemle yaşamak hepimiz için kolay olmasa gerek.

No comments: